27 Eylül 2013 Cuma

İSLAM’DA BEDENİ ÖRTMEKTEKİ HİKMET VE ÖLÇÜLER

İSLAM’DA BEDENİ ÖRTMEKTEKİ HİKMET VE ÖLÇÜLER
 Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor. İnsan için elbise fıtrattır. Yani insanoğlu yaratılış icabı, soğuktan ve sıcaktan korunmaya muhtaçtır ve bunun için elbise gereklidir. Hayvanlar bu ihtiyacı güzelim tüy ve kürkleriyle bazıları ise kıl ve yünleriyle sağlıyorlar. Yaz ve kış giyecekleri de birbirinden farklı. Doğal olarak yazın tüylerini döküp kış gelinceye kadar da büyütüyorlar. Yılanlar bile harika kostümlerini yılda bir kere mutlaka değiştiriyorlar. Hayvanlar aleminde durum bu. Peki insan doğal kürk ya da benzeri kıyafetlere sahip olmadığına göre ne yapmalıdır? Elbette kendi imal ettiği ürünlerden giyinerek sıcak ve soğuktan korunacaktır. Bunun yanında insan şerefli bir varlık olması hasebiyle de elbiseye ihtiyaç duyar. Onunla ayıp ve çirkin yerlerini bir başka ifadeyle cinsel dürtüleri harekete geçiren ve insanı kişiliğiyle değil de cinsel kimliğiyle öne çıkaran yerlerini örter. Bu durum bir toplum içerisinde yaşamak zorunda olan insana şeref, varlık ve devamlılık kazandırır. Elbiseye bürünmek insanı soğuk ve sıcaktan koruması yanında insanın toplum içinde kimlik ve değer sahibi bir kişilik olarak boy göstermesine sebeptir. Ayrıca “giyinmek” kadın erkek, yaşlı genç  gibi sınıfların tanınmasına yaradığı gibi farklı milletlerin tanınmalarına ve birbirlerinden ayırt edilmelerine de yarar. Dolayısıyla giyinme olgusu toplumdaki herkesi ilgilendirir. Erkek ve kadın; yaşlı, genç ve çocuklar hep toplumsal konumlarına göre giyim kuşama sahip olurlar. Bu durum hayatı kolaylaştıran unsurlardandır.
İslam dini her konuda mensuplarını bilgilendirerek yol gösterdiği gibi giyim kuşam konusunda da aynı ilkesini sürdürmüştür. Erkek ve kadının giyim kuşam konusundaki ortak ve ayrılan noktalar şöyle özetlenebilir:
Öncelikle Fıkıh’ta “avreti galiza” denen birinci dereceden cinsel bölgeler ön ve arka kısım örtülmelidir. Buraları açmak direk cinsel duyguları harekete geçireceğinden kişi ve dolayısıyla toplum bundan zarar görecektir. Bu tür cinsel bölgelerin açılması insan şeref ve haysiyet duygusunu zedeler. En ilkel insan topluluklarında bile mevzubahis yerlerin örtülmeye çalışıldığını görürüz. Bu da bize örtünmenin yaratılıştan gelen bir duygu olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Kadınlar ve erkekler bu birinci dereceden avret sayılan yerlerini -sağlık sorunu hariç- hiç kimseye gösteremezler / göstermemelidirler.
İkinci dereceden cinsellik arzeden yerler öncelikle avret yerlerinin etrafında olan göbekle diz kapağı arasındaki bölgedir. Bu erkek ve kadın için aynıdır. Kadınlardaki cinsel bölgeler ise bununla sınırlı değildir. Mesela erkeklerde göğüsler önemsiz bir ayrıntıyken kadınlar için göğüsler önemlidir. İkinci dereceden cinsel sayılan bu bölge de mutlaka örtülmelidir. Çünkü direk cinsellik mesajı içermektedir. İslam’da da bu bölgeler de “avreti galiza” denilen yerlere dahildir. Erkek ve kadınların ikinci dereceden avret sayılan bu yerlerini de kimseye göstermemeleri gerekir. Bunun dışında kalan yerler “avreti hafife” sayılabilecek kısımlardır. Buralar baş, sırt, karın, omuz, boyun, kollar ve dizden aşağı bacak ve ayaktır. Hanımların bu yerlerini zaruret olduğunda Müslüman kadınların yanlarında ya da mahrem erkeklerin ( dedesi, babası, kardeşi, süt kardeşi, oğlu, süt oğlu vb.) yanlarında açmalarında sakınca yoktur. Bu yerler gayri müslim ve müşrik kadınlara ise gösterilemez. Çünkü bu kadınların arasında ahlaki düşüklük bulunan kadınlar bulunur. Kendilerinden gelebilecek yahut kendi erkeklerine anlatmalarından doğacak zararlardan korkulur. Bugünkü Müslüman kadınların arasında da ahlaki zaafiyetin yaygınlaştığı düşünülürse biz baş dışındaki işaret edilen yerlerin kadınlara karşı da sakınılmasını tavsiye ediyoruz.
Göbekle diz kapağı arasında kalan yerlerin dışında erkekler için avret yeri bulunmamaktadır. Bundan sonrası erkek için takvalı olmak ve takva elbisesini giyerek kendisini haramlardan korumaktır.
Müslüman kadın için ise mahremi olmayan erkeklere ve Müslüman olmayan kadınlara karşı örtmesi gereken yerleri vardır. Bunlar el ve yüz dışında kalan bedenin tamamıdır. Buraların mahrem olmayan erkeklere gösterilmesi haram ve günahtır. Zaruret yahut kaçınılması imkansız hallerin dışında Müslüman hanımlar bu ölçülere azami derecede dikkat göstermelidirler. 
Bedende nerelerin örtüleceği ve kimlere karşı ne ölçüde sakınılacağı konusu bu şekildedir. Fakat İslam’da kıyafetteki ölçüler bununla sınırlı değildir. Bunun dışında elbisedeki nasıllık (keyfiyet) konusu da ayrıntılı biçimde açıklanmıştır.
Erkek erkek kıyafeti kadınlar ise kadın kıyafeti giymelidir. Bu durum toplumda cinslerin fark edilmelerini kolaylaştırır. Cinsler böylece kendi cinslerine ait duyguları korumakta elbiselerinden de yardım almış olurlar. Erkeklere benzeyen kadınlarla kadınlara benzemeye çalışan erkekler şiddetle uyarılmış ve bunun olmaması için hukuki tedbirlerden yardım alınmıştır.
Şeffaf elbiselerden kaçınılması gerekir. Çünkü şeffaf elbiseler bedeni örtmüş sayılamaz. Hatta normal çıplak halden daha fazla dikkat ve şehvet uyandırıcı dahi olabilir. Bu durum ahlak ve edebe uygun değildir. Kişi ve dolayısıyla topluma zarar vericidir.
Dar olmayıp beden kıvrım ve çıkıntılarını örtmelidir. Dar elbiseler de bedeni örtmüş sayılamazlar. Şeffaf elbiselerdeki durum bunlarda da geçerlidir. Ahlaka ve edebe uygun değillerdir.
Bunun dışında bir de tavsiye ve adap ölçüsünde bir kural daha vardır. 
Elbiseler şöhret için kibir ve gösteriş için giyilmemelidir. Allah rasulu s.a.v. “Herkim böbürlenme kastıyla elbisesinin eteklerini yerlerde süründürürse cennetin kokusunu bile alamaz” buyurmuştur.
Buraya kadar anlattıklarımızda erkek ya da kadın açısından bir farklılık yoktur. Her ikisinin elbisesi de avreti kapamalı şeffaf ve dar olmamalıdır. Erkeğin elbisesi kadının elbisesine kadının elbisesi ise erkeğinkine benzememelidir. Her ikisinin elbisesinde de riya ve gösteriş kokusu bulunmamalıdır.

İslam’ın tesettür konusundaki hükümleri erkek ve kadınları korumak içindir. İslam’ın kalesine giren kendini korur. Girmeyen ise kendisini tehlikelere maruz bir şekilde bırakmış olur. İslam’da örtünmek imtihan olduğu kadar bir ibadet biçimidir. Yukarıdaki anlattığımız ölçülere Allah’ın emrini yaşamak için dikkat ve önem gösterenler hesapsız sevap ve mükafat kazandıklarından şüphe etmemelidirler.    

KURAN'DA ALLAH'IN KADINLARA 20 EMRİ

KURAN’DA ALLAH’IN KADINLARA 20 EMRİ
Kuran sadece kadınlara değil herkese yönelik emirleriyle bilinmektedir. Bütün bu emirler insanı muhafaza etmek ve ona düzgün ve huzurlu bir yaşam sağlamak içindir. Bu yazımda gözden kaçtığını düşündüğüm “kadınlara emirleri” müstakil konu başlıkları yaparak biraraya getirdim.  
1-   (1-6) Şirk koşmama; hırsızlık yapmama; zina etmeme; çocuklarını öldürmeme; iftira atmama ve Allah ve rasulune asi olmama emri
“Ey Peygamber! Mümin kadınlar sana Allah’a şirk koşmamak; hırsızlık yapmamak; zina etmemek; çocuklarını öldürmemek; iftira atmamak ve maruf işlerde sana asi olmamak şartlarıyla biat etmek için geldiklerinde onların biatlerini al ve onlar için Allah’tan af dile. Allah gerçekten çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir.”(Mumtahine,12)
7-   (7-9) Namazı tam kılma; zekatı ödeme ve Allah ve rasulune itaat emri
“Ey hanımlar! Namazlarınızı tam kılınız! Zekatlarınızı ödeyiniz! Allah ve rasulune itaat ediniz! (Ahzab, 33)

10-                     Mümin erkeklere evlenme emri
İman edinceye dek kadınlarınızı müşrik (Allah’a ortak koşan) erkeklerle evlendirmeyiniz. İyi biliniz ki mümin bir köle (bile) sizin hoşunuza giden müşrik bir erkekten daha üstün ve hayırlıdır. Çünkü o müşrikler cehennem ateşine çağırır. Allah ise izniyle cennetine ve bağışlanmaya çağırmaktadır. Allah sizin düşünüp gerçekleri görmeniz için ayetlerini açık açık bildirmektedir.”(bakara, 221)  
11-                     İffet ve namuslarını korumaları emri
“(Ey Peygamber!) mümin hanımlara de ki : “ gözlerini haram bakışlardan sakınsınlar! İffet ve namuslarını korusunlar!”(Nur, 31)

12-                     Başörtülerini gerdanlarının üzerine salma emri
“Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar”(Nur, 31)
  
13-                     El ve yüz dışında kalan avret yerlerini açmama emri
“El ve yüz dışında kalan süs yerlerini açmasınlar!... “El ve yüz dışında kalan süs yerlerini kocaları babaları kayın babaları oğulları kocalarının oğulları, erkek kardeşleri yeğenleri Müslüman hanımlar ya da hizmetçi kadınlar ya da erkekliği kalmamış yaşlı erkek hizmetçiler yahut henüz kadınların gizli yerlerine aklı kesmeyen erkek çocuklar dışındaki hiçbir kimseye göstermesinler!”(Nur, 31)

14-                     Dışarı çıkacaklarında üzerlerine cilbab (baştan ayağa kadar örten dışarı kıyafeti) alma emri
“Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle; üzerlerine cilbablarını giyinsinler. Bu onların iffetli olarak tanınıp sıkıntıya uğramamaları içindir. Allah gafur ve rahimdir.”(Ahzab, 59)
15-                     Hicap emri
“Mahrem olmayan kadınlardan bir şey isteyeceğinizde bir perde arkasından isteyiniz! Doğrusu bu sizin kalpleriniz ve onların kalpleri için de daha temizdir.” ( Ahzab, 53)
16-                     Ayakları yere vurarak yürümeme emri
“Müslüman hanımlar –gizledikleri süsler bilinsin diye- ayaklarını yere vurarak yürümesinler!” (Nur, 31)
17-                     Kırıtarak konuşmama emri
“Eğer Allahtan korkuyorsanız erkeklerle konuştuğunuzda sözü kırıtmadan söyleyin ki kalbinde hastalık olan kimse size tamah etmesin! Konuştuğunuzda açık ve net konuşun! (Ahzab, 32)
18-                      Evlerde durma emri
“Evlerinizde karar kılın!( vakarla durup hayat sürün!)(Ahzab,33)

19-                     Ortalıkta boy göstermeme; açık saçık süslü püslü dolaşmama emri
“ilk cahiliye kadınlarının adeti gibi ortalıkta teberrüc etmeyin! (Ahzab, 33)
20-                     Evlerde ilim; Kuran  ve sünnet okuyup anlatma emri

“Evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti (sünneti) zikredin!(hatırlayın; dilinizden düşürmeyin!) Allah latiftir ve her şeyden haberdardır.” (Ahzab,34)



  

 

İslam Araştırmaları ve Eğitim Merkezi

 

 

 

 

 

                İSLAM KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA VE GELİŞTİRME      

                                               PROJESİ

                             İslam Araştırmaları ve Eğitim Merkezi[1]

 

     Derneğimizin bir kurumu olarak “İslam Araştırmaları ve Eğitim Merkezi”nin dernek tüzüğü uyarınca yapabileceği faaliyetler şunlardır:

“Bu kurumun amacı, İslam düşüncesi ve İslam toplumunun sorunlarını daha sağlıklı tanımaya yönelik:

·        Kütüphane arşiv ve dokümantasyon çalışması yapmak,
·        Çeviri ve bilimsel araştırmayı desteklemek,
·        Her türlü yazılı görsel basılı ve elektronik yayınları neşretmek,
·        Bilimsel sempozyum ve konferanslar düzenlemek,
·        Eğitim kursları ve seminerler tertip etmek,
·        Sanatsal ve kültürel etkinlikler düzenlemektir."



1– İLMİN ÖNEMİNE DAİR.

A- AYETLER:


1.      “Ey rabbim! İlmimi artır.” De!” Taha, 114

2.     “ De ki hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”  Zümer, 9

3.     “Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltir.” Mücadele, 11

4.     “Kulları içinde Ancak bilenler Allah’a gereği biçimde huşu eder.”  Fatır, 27

5.     “ Müminlerin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Her topluluktan bir gurup dini iyice anlamak ve döndüklerinde kavimlerini uyarmaları için geride kalmaları gerekir. Böylece hepsi Allah’ın kaçınılmasını istediği davranışlardan uzak kalırlar.  Tevbe,122

6.     “Allah kendisinden başka ilah olmadığına şahittir. Bütün melekler ve ilim sahipleri de adaleti yerine getirerek şahittirler. Ondan başka ilah yoktur; O güçlüdür, hikmet sahibidir.” Ali İmran, 18

7.     “Ey iman edenler! Size meclislerde yer açın denilince yer açın ki Allah da size genişlik versin. Size kalkın denilince kalkın ki Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır.” Mücadele, 11

B- HADİSLER

Allah’ın rasulu Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

1.     “Allah kimin hakkında hayır dilerse onu dinde bilgi ve anlayış sahibi yapar.”  Buhari

2.     “Allah ilmi insanların hafızalarından silmek; kalplerinden söküp çıkarmak suretiyle almaz; fakat ilim adamlarının ölümüyle ( ve arkalarından âlimlerin yetişmemesi sebebiyle) ilmi almış olur. Böylelikle ortada âlim kalmayınca insanlar bazı din cahili önderler edinirler. Ve onlardan dinleri hakkında meseleler sorarlar. Bu kimseler de kendilerine sorulan sorulara bilmedikleri halde (Kuran ve sünnet bilgisi dışında, hevalarıyla, bilgisizce) cevaplar verirler ve böylelikle hem kendilerini hem de başkalarını saptırır,  Allah’ın yolundan uzaklaştırırlar.” Buhari


3.     “Dünya ve içindekiler gerçekten çok kıymetsizdir. Ancak Allah’ın zikri ve onu içeren bir şey; âlim ve ilim talebesi böyle değildir.” Tirmizi

4.     “Kıskançlık ancak şu iki şey hakkında kötü değildir: Bunlardan biri, Allah’ın kendisine mal verdiği ve bu malı Allah yolunda harcayan bir adam; Diğeri ise Allah’ın kendisine ilim verdiği ve o ilmiyle hüküm veren ve onu öğreten bir adam.” Buhari, Müslim


5.     “Rasulullah sallallahu aleyhi ve selem Uhud savaşında şehit düşenleri ikişer ikişer defnetmişti. Defnederken “Hangisi daha çok Kuran biliyor?” diye sorar; fazla bileni kıbleye doğru öne koyardı.” Buhari

6.     “Âlimler peygamberlerin varisleridir. Çünkü peygamberler altını ve gümüşü değil ilmi miras bırakırlar. Kim peygamberlerin bıraktıkları bu ilme sahip olursa gerçekten büyük bir nasip elde etmiş demektir.” Ebu Davut, Tirmizi, İbni Mace

7.     “Her nesilden bu ilmi yüklenecek adil ( ifrat ve tefritten uzak) kişiler bulunacaktır. Onlar bu ilmi aşırı gidenlerin tahrifatından; onu yok etmek isteyenlerin desiselerinden ve cahillerin yorum ve tevillerinden koruyacaklardır.” Huccetullah’il Baliğa; el Mişkat, no: 248

8.     “Ümmetim hakkında üç şeyden korkmaktayım: Birincisi; dünya nimetlerinin artıp müminlerin bu nimetler hususunda kıskançlık yapmaları; İkincisi; cahil kişilerin Allah’ın kitabını işlerine gelecek şekilde yorumlamak istemeleri; Üçüncüsü ise Âlimlerin bunları gördükleri halde görmezden gelmek istemeleridir.” Tabarani

9.     “Saç ve sakalını Müslümanlıkta ağartan kimselere; Aşırılık ya da noksanlıkta olmayan Kuran âlimlerine; adil ve insaflı yöneticilere saygı ve hürmet etmek Allah’a olan saygı ve hürmettendir.” Ebu Davut

                                          İLİM   VE     ÂLİM 

Arapça “ilim” kelimesi sözlükte “bilgi” kelimesiyle karşılanır. Terim olarak ; “inanç ve amel bakımından dini yükümlülükleri bilmek” anlamında kullanılan ilim kelimesi bizzat Hz. peygamberin ifadesinde faydalı ve faydasız olarak iki kısımda ele alındığı görülür. O bazı dualarında faydasız ilimden Allah’a sığınır. Dinimizin bize faydalı olarak tanıttığı ve talep etmemizi istediği ilim; kuru bir bilgi olmaktan öte bilinçli ve harekete götüren bir bilgidir. Bunun için Arapçada bizdeki bilgi kelimesinin karşılığı ilim değil “malumat” kelimesidir. Âlim kelimesindeki durumda bundan pek farklı sayılmaz. Bunun için bilgiden türetilen bilgin kelimesi âlim kelimesinin tam karşılığı değildir.
 Bilgin malumatlı bilgili kişi anlamında kullanılmakta olduğu halde Âlim:
 “Dini öğrenen, öğreten, anlamaya çalışıp anlatan, bildiğini yaşayan ve bunu bir meslek icabı yapmaktan uzak duran kişilere denmektedir.
Onun dine olan ilgisi entelektüel bir faaliyet olmaktan öte bir anlam taşır.
O öğrenip öğrettiğini Allah’ın rızasını kazanma gayesiyle yapar. İlmi Allah’ın kendisine verdiği bir emanet olarak algılar. Yapıp ettikleriyle ahiretin sevabını arar.
Bugünkü dünyada ilmin/ bilginin ne kadar önemli olduğu gerçeği izahtan varestedir. Çünkü güçlü ve kudretli olmak hayalini taşıyan her kişi ve kurum bunun yolunun ilme ve bilgiye sahip olmaktan geçtiğini görmektedir. Bugünlerde ülkemizde gündemi işgal eden “beyin göçü meselesi” işte böyle bir vasatta ortaya çıkmıştır. Hülasa bilgiyi elde tutanın gücüde elde tuttuğu fikri zihinlere iyice yerleşmiştir. Bu hakikat din ilimleri için de geçerli olmakla birlikte ayrıcalıklı bir durum daha bulunmaktadır. Bu da dünyanın olduğu kadar hatta daha fazla ahiretin de kurtuluşunun bilgi sahibi olmaya bağlı olmasıdır. Kuran’daki birçok ayette ve peygamber sallallahu aleyhi ve selemin birçok hadislerinde ilmin ve âlimin üzerinde ehemmiyetle durulduğunu yukarıdaki sayfalarda gördük. Bütün bunlar bize ilmin ne denli mühim olduğunu anlatmaya kâfi olmalıdır. Bu ayet ve hadisler bizleri ilme; âlim olmaya; âlim yetiştirmeye teşvik etmektedir.
Çünkü bilgi bir ışıktır yolumuzu aydınlatır.
 Bilgi bir değerdir bizi kıymetlendirir.
Bilgi güzelliktir bizi güzelleştirir. Bütün kötülükler cehaletin meyvasıdır. Kötülüğün anası cehalettir.
Onun için İslam’ın yaşanmadığı devirler cahiliye çağı olmuştur. Onun için Ebu’l Hakem; Ömer bin Hişam: Ebu cehil (cehaletin babası) olmuştur.
İlim bir ışık ise âlim ışığa sahip olan insan demektir. O ışığıyla hem kendini hem insanları aydınlatır. Âlimler Kuran ve sünnetin yani Allah rasulunun bizlere emanet ettiği iki şeyin muhafızlarıdır. Âlimler olmasaydı bu emanetlere neler olurdu! Bir yandan ehli kitabın saldırıları; diğer yandan münafıkların hücumları; öbür yandan cahillerin safsataları, hurafeleri bu dini kökünden kazır siler süpürürdü. O zaman tevhidi insanlığa ilk günkü gibi kimler sunabilecekti? Kimler insanlığı ilk günkü gibi taze bir inanca çağırabilirdi? Kim tahrife uğramamış bir hakikati gösterebilirdi? İşte bütün bu güç işler hep o gayretkeş insanların, o ihlâslı âlimlerin sayesinde olmuştur. Bu din hep o zevatın omuzlarında yücelmiştir. Bugünden sonra da bundan başkası olmayacaktır. Bu dini yine âlim zevat taşıyacaktır. Allah peygamberler mirasını onlara emanet etmiş ve onlardan bunu açıklayacaklarına dair söz almıştır.
Bu ümmetin âlimsiz bırakılması başsız bırakılması anlamına gelmektedir. Başsız bir beden nasıl uyumlu hareket edemezse başsız bir ümmette bugünkü gibi dağınıklık ve karışıklık içinde bocalayacaktır. Ümmeti Muhammed içinden onları eğitip yetiştirecek ve onlara önderlik edecek âlimlerin olması için çalışmak farzdır. Ümmet bundan mesuldür. Bu farzın terki büyük bir vebaldir. Bu ümmet başta Müslümanlara liderlik yapan kişiler olmak üzere bu vebalin altındadır. 

                     BUGÜN MİLLETİMİZE GEREKEN ÂLİMLER

Milletimize bugün kaynaklarımıza orijinallerinden ulaşabilme yetisine sahip, din ve dünya ayrımı yapmadan öğrenmeye talip; cemaatçilik, meşrepçilik ve gurupçuluk taassubundan uzak; ümmetin vahdetini arayan; bilgili, görgülü, yiğit, çalışkan, zeki, dürüst ve becerikli âlimler lazımdır. Bu âlimler Allah’ı, Rasulunu ve müminleri veli edinmeyenleri veli edinmeyecek; zulme ve zalime asla boyun eğmeyecek; Allah rızasından daha üstün bir rıza tanımayacak şahsiyete sahip olmalıdırlar. Ümmeti bölen her ayrımcılığı reddetmeli, ümmeti birliğe beraberliğe çağırmalı, tefrikalardan uzak durmalıdırlar. Bu kişiler en iyi sayılacak düzeyde Arapça ve İngilizce bilmeli; İslam ilimlerini en üst düzeyde bilmek dışında; tarih, felsefe, hukuk, siyaset, sosyoloji, hitabet, bilgisayar ve benzeri günümüzde gerek duyulan her türlü dersleri almış olmalıdırlar.
 Bu kişiler farz ve nafile ibadetleri önemsemeli; nefsi tezkiye edecek taatleri yapmalı; kibir, riya ve benzeri afetlerden kendilerini arındırmalı; ihlâs, tevazu, takva gibi hasletlere erişmeye çalışmalıdırlar.
 Bu âlimler “kitap ve sünnet”  ilişkisinde dengeyi korumalı; ne “kitap” için sünneti, ne de “sünnet” için kitabı yok sayan; ifrat ve tefrit ehlinden olmamalıdırlar. Yeri gelmişken son zamanlarda çokça tartışılan bu konudaki görüşümüzü belirtelim:
Sünnetin sübutunda bir takım endişelerin olduğu doğrudur. Fakat bu endişeler bilimsel yollarla (ki buna usul deniliyor) çözüme kavuşturulmalıdır. Bu konuda ümmete düşen görev “sünneti inkâr” yerine; sünneti iyi bilen, hakla batılı ayırt etme gücüne sahip, bildiği hakikati çekinmeden ifade edebilen âlimler yetiştirmektir. Çünkü sünneti inkârla sonuçlanan sübut konusundaki endişeler; ancak Kuran’ı ve sünneti özümsemiş, muhlis ve amil ulema tarafından giderilebilir. Ülkemizde ise böyle bir ulema tipi maalesef ne medreselerde ne de ilahiyatlarda yetişmektedir.
Yani aslında sorun “sünnet” değil; muhlis ve mücahid ulemanın ardının kesilmiş olmasıdır.
Tıpkı Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)’in bir hadisinden bugünün hali pürmelâlini gördüğümüz gibi.
O (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
“Allah ilmi insanlardan soyarak almaz. Fakat âlimlerin ölüp arkalarından âlimlerin yetişmemesiyle ilmi alır. Ta ki ilim öğrenilecek bir âlim bile kalmadığında insanlar din cahili reisler (yazarlar, teologlar, şeyhler, abiler, düşünürler, şairler, kanaat önderleri) edinirler. Onlardan (dinlerini) sorarlar, onlar da (Kuran ve sünnet bilgisi dışında) bilgisizce –hevalarıyla- cevaplar verirler.  Böylelikle hem kendileri sapar hem de başkalarını saptırırlar.” BUHARİ
 Bizler, ümmetteki bu olumsuzluğu gördük ve bu ümmetin geleceği için endişelendik. İlim geleneğinin sürdürülmesi gerektiğini; birilerinin bunu üslenmesi ve bu işi en iyi şekilde yapmaları gerektiğini düşündük ve bunun için yola çıktık. Elimizdeki kısıtlı imkânları bu yola harcadık ve harcamaya devam edeceğiz. Biz yükselttiğimiz bu sedanın ümmet vicdanında bir makes bulacağına inanıyoruz. “Hani aranan, önder İslam âlimleri? ” diyoruz. Eğer sizde bizim gibi bu davanın öncelikli olduğuna inanıyorsanız; derneğimiz bünyesinde yapacağımız faaliyetlerde bizlere destek olmaya; bu yolda bizimle el ele yürümeye sizi de davet ediyoruz.

       ÜYELERİMİZE SUNMAYI PLANLADIĞIMIZ İMKÂNLAR:

Beş katlı dernek binamızda başta üyelerimiz olmak üzere tüm talep sahiplerine öncelikle temiz ve nezih bir ortam hazırlamak istiyoruz. Bunun için yaptığımız faaliyetler içinde birinci katı tamamen dekore ettiğimizi; bu kat içinde 4 derslik ve bir seminer salonu hazırladığımızı belirtelim. Bu katta ayrıca bir mutfak; bayan ve erkek tuvaletleri, misafir odası, sekreter odası ve dernek yönetim odaları bulunmaktadır. Bu çerçevede binamızda bir kütüphane, bilgisayar odası, mescit, yemekhane ve spor salonu eksiklerimiz bulunmaktadır. Yapmak istediklerimizi şöyle özetleyebiliriz:
·        Temiz ve nezih bir ortam
·        Düzenli yemek
·        Sportif etkinlikler
·        Bilgisayar odası ve internet
·        Kütüphane
·        Mescid
·        Kültürel etkinlikleri takip
·        Türkçe ve yabancı dilde haber programlarını takip edebilme
·        Kitap dergi ve gazete imkânları
·        Kitap okuma ve notlarını paylaşma gurupları
·        Uzman kişilerin desteği
·        Okul derslerine yardımcı olacak imkânlar

DENEME MAHİYETLİ BİR PROGRAM ÖRNEĞİ *

1.     YIL
Bu yıla hazırlık yılı adı da verebiliriz. Bu yılda yoğun bir dil eğitimi olacak. Arapça ve İngilizce olarak öğretimini hedeflediğimiz diller dünyada en çok kullanılan iki dil olmaları hasebiyle önemli olmaktadır.
Bu yılda bu dillerde pekiyi sayılabilecek bir düzeye gelme hedeflenecek.
Kuran kıratı, hurufu meharic ve tecvid dersleri bu yılın en önemli dersleri arasında sayabileceğimiz dersler olacak. Duha suresinden Nas suresine kadar ezber edilecek.

    2.YIL
Bu yılda katılımcı üyelerimiz geçen yıldan kazandıkları iyi bir dil eğitimi sayesinde daha yoğun sayılabilecek bir ders programına tabi olacaklar. Mesela bu sene içerisinde:
Bir Arapça sözlük okuyacaklar,
Bir Kuran müfredat kitabı kısmen okuyacaklar,
Bir tefsir ve bir tefsir usulü tamamen,
Bir hadis ve hadis usulü tamamen ve
Bir akaid risalesi tamamen okunacak.
Bu yılda Kuran ve ezber dersleri de yoğun biçimde sürdürülecek.
Ayrıca geçen sene okunan İngilizce derslerine bu yıl da devam edilecek.
 
3.YIL
Bu sene katılımcılar:
Bir belağat kitabı,
Bir usulü fıkıh ve klasik bir fıkıh şerhi,
Bir ahkâm tefsiri
Bir ahlak kitabı,
Bir peygamberler tarihi,
Bir siyer kitabını tamamen okuyacaklar.
Bu yılda da geçen yıllardaki gibi Kıraat ve ezber dersleri devam ettiği gibi İngilizce derslerine de devam edilecek.

* Burada deneme mahiyetli olarak ifade ettiğimiz bu çalışma; uzman kişiler tarafından geliştirilecek ve zengin bir muhtevaya kavuşturulacaktır. Biz burada ilk etapta bir fikir verme maksatlı olarak bunu paylaşmak istedik.










R.İHSAN ELİAÇIK MEAL&TEFSİRİ ÜZERİNE ....

RECEP İHSAN ELİAÇIK’IN “YAŞAYAN KURAN” MEAL/TEFSİR ÇALIŞMASINA DAİR...
Açık adı Recep İhsan Eliaçık. Birkaç yıldır antikapitalist Müslüman hareket olarak ekranlarda gördüğümüz bu isim son olarak gezi olaylarına verdiği tam gaz ile gündeme geldi. Bu kişinin sağda solda kendisini meal yazarı ve müfessir olarak tanıttığını da rastlıyoruz. İnanması güç de olsa hakkında böyle bir propagandayı becerdiği anlaşılıyor. Peki bu gerçek mi? İhsan Eliaçık’tan müfessir çıkar mı hakikaten. Bize göre hayır. Çünkü bu zatın yazdım diye ortaya attığı kitap tam manasıyla ibretlik bir Kuran tahrifciliği ürünü.
Bazılarımızın bu meal/tefsirin iyi niyetle yazılmış olduğunu düşünmesi muhtemeldir. Ancak bu çalışmada yapılan hadsiz hudutsuz tahrif, tebdil ve tağyir bizi böyle düşünmekten alıkoymuş bulunmaktadır.
Bize göre Eliaçık bu kitabında modernist ve akılcı saplantılarıyla; karmakarışık düşünceleriyle (1/86); oryantalizm kokan düzmecelerle; batıl ve çirkin yorumlarıyla Allah’ın kitabı hazreti Kuran’ı meal ve tefsir ettiğini söyleyerek bir fecaate daha imza atmıştır.
Kuran’daki birçok gerçeğin aslında öyle olmadığından dem vurarak söze başlayan Eliaçık Kuran’da zikredilen o hakikatlerin hakikat olmadığını söyleyerek sözlerini noktalamaktadır.
Eliaçık’ın yaptığı aslında iddia ettiği gibi bir Kur’an meal/tefsiri değil; bilakis Kuran’ın sadece insan aklına indirgenen bir üslupla okunması ve yorumlanması olmaktadır ki bu Kur’an da olup da akla aykırı her şeyin inkârı anlamına geliyor. Aslında bu durum belli bir modersnist Kuran okumacılığının sonucu. Şimdi bu modernist Kuran okuması da ne oluyor derseniz M. Sait Şimşek hocamızın “Günümüz Tefsir Proplemleri” isimli kitabında bu akımı nasıl tanımladığına kulak vermelisiniz. Hocamız işaret ettiğimiz eserinde şunları söylemektedir:
“19. asrın başlarından itibaren Avrupa’ya hakim olan pozitif düşünce laboratuvara girmeyen ve deneyle ispatlanamamış her fikri reddediyordu. Yine bu dönemde hüküm süren determinist düşünce de pozitivizmi destekliyordu. Determinizme göre evrende olup biten her şey önceden belirlenmiş tek düze yasalara bağlanmıştır. Buna göre aynı olay ve sebepler zorunlu olarak aynı sonuçları verirler. Bu felsefi anlayışın maddi alanda ilerlemelere neden olduğu inkar edilemez bir gerçektir. Çünkü bu anlayış bir yandan deneyleri teşvik etmiş diğer yandan evrene hakim olan sebep-sonuç ilişkilerinin keşfi ile ilgili bilimsel araştırmalara büyük bir hız kazandırmıştır. Ancak bu anlayışın laboratuvara sığmayan metafizik izahları hayatın dışına ittiği toplumların ahlaki yapılarını tahrip ettiği insanın düşünce ufkunu daralttığı da bir vakıadır. Madde ve maddenin kanunları içerisine insanı hapseden bu anlayış toplumlarda materyalist felsefenin hakim olmasına neden olmuştur. İşte modernistler felsefeyle uzlaşmayan dini nasları  felsefe doğrultusunda tevil etme yolunu seçmişlerdir. Bunun bir sonucu olarak da mucizelerle kerametler gibi olağanüstülükleri beş duyu ile algılanamayan cin ve melekleri inkar etmişlerdir.Böyle bir tefsir kitabında bütün zorlama  yorumlar determinist anlayışa ters düşmemek içindir ve modernistler Müslümanların bu tür anlayışları önceki milletlerin mitolojilerinden aldıklarını savunurlar.”


Şimdi Eliaçık’ın meal/ tefsir olarak yazdığını söylediği kitabına dönelim ve hatalı bulduğumuz yönlerini açıklayalım.
Kanaatimizce ilgili meal/tefsir’de şu hatalar bulunmaktadır.

1- Eliaçık Kur’andaki en açık yani tevili en imkânsız mucizeleri bile inkar etmekten kaçınmamıştır.
2- Hz. İbrahim’in ateşe atılmadığını bunun mecaz olduğunu;
3- Salih(as)'ın devesinden maksadın yeryüzü olduğunu;
4- Süleyman(as)'ın karıncalarla konuşmasını, karınca flamalı milletlerle olan diyaloğu olduğunu;
5- Musa(as) zamanındaki deniz yarılması olayının gel-git
hadisesinden ibaret olduğunu iddia etmektedir.
6- İsa (as)’ın doğumu olayında yapmaya çalıştığı yorum ise çirkinliğin de çok ötesine geçmiş ve Hz. Meryem’e zina iftirası edecek kadar ileri gidebilmiştir.
7- Allah(cc) Kur’an’da İsa(as) hakkında açıkça: “ Onu katledemediler, onu asamadılar; fakat karıştırdılar” dediği halde yazar; “İsa(as) çarmıha gerilerek öldürüldü ancak Kur’an bunu şehitler ölmez, o ölmedi yaşıyor, tarzında ifade etmektedir” demektedir. (1/238)
8- Eliaçık Yunus(as)'ın balığın karnında kalmasını “hapse girmesi” olarak izah ettiği halde ayette açık bir şekilde “onu balık yuttu” deniyor.(37/142)
9- Eliaçık yecüc mecüc diye muşahhas kavimlerin olmadığını, olmayacağını; bunların hercümerc anlamında kötülüklerin artması olduğunu, deccalın de kargaşa zamanlarındaki despotlar, başı çekenler olduğunu söyleyerek bir başka Kuran hakikatini inkar etmektedir.
10- Yine o bazı Kur’an kavramlarını kendi akılcı saplantılarına kurban etmekten çekinmemektedir.
11- Eliaçık ayrıca melekleri, cinleri, şeytanları ve iblisi insan muhayyilesinin ürünleri olarak göstermektedir.
12- Yazarın din/İslam anlayışı da sorunludur. Çünkü o  “Allah katında din islamdır” ilkesini, “ Bütün dinler islamdır” şekline büründürmüştür.

13- Yazara göre “siyasal islam” ya da “din, devleti öngörür” iddiaları tamamen yanlıştır. Kuran bir siyasallık vurgusu yapsa da bu din adamlığına karşı yapılan bir vurgudur. Eliaçık burada da hızını alamıyor olsa gerek şöyle devam ediyor: “Siyasal islam denecekse bu bir ülke yönetimini din adamları sınıfına teslim etmenin değil, tam tersi yönetimi din adamları sınıfının elinden kurtarmanın adı olabilir(1/86)



HZ.MERYEM VE MUCİZEVİ DOĞUM OLAYI

Mucizelere ve görünmeyen varlıklara asla geçit vermeyen yazar bu tutumunu Hz. İsa’nın doğumunun anlatıldığı Meryem Suresi’nde de sürdürmekte ve “Bakire Doğumu” başlığı altında incelediği konuyu şöyle izah etmektedir:
“Hz.Meryem’in meşru bir yoldan bir erkekle ilişkisi olmamışsa bunu iki şekilde yorumlamanın mümkün olduğunu bunlardan birincisinin nişanlısı Yusuf’tan hamile kalmış olabileceği ikincisi ise genç erkeklerin rüyalarında ihtilam olmaları gibi Hz. Meryem’in de rüyasında bir erkekle ilişkiye girdiğini görüp rahmindeki yumurtacığı harekete geçirmiş olabileceğidir. Kuran ise bu olayı üslubu çerçevesinde nezih bir dille anlatmaktadır.” diyebilmektedir.(2/143)

Evet akılcılığı putlaştırıp önüne geçip ibadete dalan yazar Kur’an’ın mucize olarak sunduğu “erkeksiz doğum” olayını, meleğin gelişini ve üflemesini böylelikle tamamen reddetmekte ve aklıyla uydurduğu yukarıdaki ihtimallere inanmamızı beklemektedir. Dikkat ediniz ihtimal olarak zikrettiklerinden birincisi Hz. Meryem’in zina etmesidir. Bunu “Hz.Meryem’in meşru bir yoldan bir erkekle ilişkisi olmamışsa diyerek evlenmemiş iken Meryem’in “nişanlısı Yusuf’tan hamile kalmış olabileceği olduğunu söylemektedir. Halbuki  bu düpedüz  “Meryem zina etmiştir” demektir. Eliaçık burada aynı iddiayı savunan Yahudilerle beraber olmaktadır. Daha çirkin olanı Kuran’da Meryem annemiz tertemiz bir şekilde anılırken kendisini Müslüman gösteren birinin böyle bir iddiayı ortaya atarak Müslümanlardan da buna inanmalarını beklemesidir.
İkinci ihtimal olarak zikrettiğine gelince gülünüp geçilmekten öte bir anlam taşımayan bir durumdur. Allah’ın bir mucizesini reddetmek için Eliaçık’ın attığı taklalardan birine daha böylece şahit olacağız. O  ihtimal de Meryem’in; “ genç erkeklerin rüyalarında ihtilam olmaları gibi Hz. Meryem’in de rüyasında bir erkekle ilişkiye girdiğini görüp rahmindeki yumurtacığı harekete geçirmiş olabileceğidir.” Eliaçık’ın bu açıklaması da çok çirkindir. Çünkü  İsa (as) babasız doğmuş biridir ve bu olaya Allah’ın bir mucizesi olarak bakmak yerine ille de bu tür açıklamalara dalmak; “şöyle olmuştur”, “böyle olmuştur” demek inanmış biri için doğru bir şey midir? Allah bizden buna inanmamızı beklemektedir. Böyle değilse ve Eliaçık’ın dediği gibi yumurtaların bu denli rüyayla hareket edip kendi kendisine döllenmesi mümkünse neden şimdiye kadar Adem kızlarından hiçbirinin başına gelmemiştir. Anlaşılmaktadır ki Eliaçık kendini fiziki dünyaya aynı bir kominist gibi iyice kaptırmış ve düşünce dünyalarını onlardan aldığı fikirlerle şekillendirmiş bulunmaktadır. Kapitalizme düşmanlığı da İslam’ı sevdiğinden değil kominizme yakınlığındandır. Kapitalizmi eleştirirken İslami içerikli söylemler kullanmasındaki sebep ise bellidir: İstismar ve İslam’ı içinden yıkma gayretidir.

MEAL-TERCÜME ÜSLUBU MU?
 ORTADA USLUP GÖRÜNMÜYOR; MALESEF TAM BİR FACİA!

Eliaçık’ın Kur'an'ı tercüme ve meal üslubu da tam bir faciadır. Hatalı gördüklerimizin tamamını burada zikretmemiz mümkün değildir elbette. Bir iki örnekle yetineceğim:

- Bakara 102'de; “Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür.” mealindeki ayet kıymetli(!) yazarımızın edebiyat zevki ile:

”Kendilerini üfürükçü bezirganlar haline getiren büyücülük ne kötüdür.” şekline dönüşmüş. Bu ancak olsa olsa bir açıklama olabilecek iken Kur'an hakkında bu ne laubaliliktir?

- Bakara 93’te; “Hani bir zaman sizden söz almıştık ve dağı üzerinize yükseltmiştik” ifadesi yazarımızın zevkine ve aklına uymamış olacak ki şöyle meal edilmiş:

“Hani bir zamanlar dağı şahit tutarak sizden söz almıştık.”


- Neml suresi 82. ayet-i kerime; “…onlara yerden bir dabbe (mahluk) çıkarırız da; o onlara, insanların ayetlerimize kesin olarak iman etmemiş olduklarını, söyler.” iken, yazar bu ayeti de şu hale sokmuş:

“onlara yeryüzünü canlandırıp dile getireceğiz.”

- Saffat 141'de; “gemide olanlarla karşılıklı kura çektiler” ayetini;

"Aralarında çekişmişler(yani yunus as ile kavga ettiler)" şeklinde tercüme ediyor.

- Müddessir 52'de; “onlardan her biri kendisine açılmış sahifeler verilmesini istiyor” buyrulurken, yazar;

“Her biri kendisine özel, isme yazılı davetiye istiyor.” demektedir...

Bunlar, sadece birkaç örnek. Eliaçık bu usulsüz çevirisini tüm kitap boyu sürdürmektedir. Ben acizane Eliaçık’ın aslında Kuranı Kerim’i önünde bulundurarak bir tercüme ve meal işine giriştiğini bile sanmıyorum. Bence O önüne birkaç meali koymuş ve hangisi hoşuna gittiyse, nasıl anlamak istediyse meal mealciliği yapmaya çalışmıştır. Kitabındaki bunca büyük hatalar bizi böyle düşündürmektedir. Yoksa bunlar Arapça bilen, azıcık da olsa bir ilim ve bilgiye sahip, belki de en önemlisi dürüst birinin cüret edebileceği şeyler değildir.

YAZARIN “İSLAM” ANLAYIŞI

Yazarın din/İslam anlayışı pek geniş gözüküyor. Öyle ki “Allah katında din İslam’dır” ilkesini O; “ Bütün dinler İslam’dır” şekline getirmiştir.

“Sen at oltanı, yeme atlayan sazan çok olur” derler.Eliaçık atmış oltasını atmasına da, “bu sazanları kim için tutuyor?” asıl önemli olan bu aslında. Bu hangi projenin hayata geçirilmesi oluyor?

Eliaçık kimin adına çalışıyor?

- Allah ve Rasulunun mü? - Asla! Kesinlikle değil! Ne Allah ne de O’nun Rasulu, batıl dinleri temize çıkarmadılar ve onlara “İslam” adını vermediler. O şöyle diyor:

“Demek ki insanlığın tümü içinden her kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyor rasuller arasında ayrım yapmıyor, kendini arındırıyor ilahi hakkı teslim ediyor ve erdemli ve dürüst yaşıyor ve böylece “Allah ile yürüyorsa” bu yolun yolcusudur. İster nüfus cüzdanında Hristiyan ister Yahudi ister Budist ister Hindu ister Müslüman yazsın farketmez.”


Eliaçık burada sözü açık söylememekte ve konu sanki nüfus cüzdanından ibaretmiş gibi göstermektedir. Eskiden nüfus cüzdanı yoktu; o zaman bu kaçak üslubu nasıl sergileyecekti ve ne söyleyecekti?

Yazıklar olsun bunların yıllar yılı çalışmalarına! Veyl olsun böylelerine!!

Rasulullah(sas) ne için mücadele verdi?

Hrıstıyanlar doğru dinde yani İsa’nın dini üzere idiler de Rasulullah(sav) mi onları rahatsız etti?

Yahudiler Musa’nın dini üzere idiler de Rasulullah mı onları yerlerinden yurtlarından etti?

Sonra Budistler putperest ve müşrik değil midir; yazar neden kaçak güreşiyor? Açıkça “nüfus cüzdanlarında isterse müşrik yazsın” demiyor da “Budist yazsın” diyor?

Allah’a inanmaktan dem vuruyor; tevhidsiz Allah’a iman nasıl olur, anlatabilir mi. Bu manada bütün müşrikler zaten Allah’a inanmıyorlar mı???

“Ahirete iman”dan bahsediyor; Yahudilerin ahireti dünya olarak tasavvur ettiklerini bilmiyor mu? Yoksa hatırlamak işine mi gelmiyor? Ya da Budizm’de ahiret inancının olmadığını da mı bilmiyor?

“Rasuller arasında bir ayrım yapmayacak” diyor; o zaman adam Hz.
Muhammed’e inanacak mı inanmayacak mı? İnanacaksa bu adam inandığı yani “son peygamber olduğu” kesin; “alemlere rahmet olduğu” kesin bu peygambere inanacak ve ona inen Allah’tan gelen vahye de dolayısıyla inanmış olacak; Yani Allah’ın şeriatını bilip kabullenecek; haliyle ona göre yaşaması da gerekecek öyle değil mi? O zaman bu kişi zaten Müslüman olmuş olmuyor mu?

Yoksa Eliaçık ve benzerleri yeryüzünde tıpkı selefleri "Ekber şah" gibi yeni bir din mi icat etmeye çalışıyorlar? Bütün çabaları buna mı?

Kur’an “iman” diyor, ama tevhidsiz değil!

Evet Kur’an “iman” diyor ancak amelsiz değil!

Bunları görmek istemeyen gözlerse kendi tabiriyle“Allah ile birlikte yürüyenin” gözleri değildir!

Kur’an “iman” dediği gibi “Amel” diyor; “
namaz” diyor; “zekat” diyor; “hac” diyor; “oruç” diyor; “cihad” diyor. Bunlar hangi dinde bozulmadan kalabilmiş bir gösterse de bilsek? O ise bu kavramlarla da problemli ve bunların tamamı hakkında hakikatte olmadıkları yollu yorumalar yapıyor.

KURANİ KAVRAMLAR

Eliaçık’ın Kuran kavramlarına yönelik getirdiği açıklamalar tıpkı yukarıdakiler gibi enterasandır. Mesela yazar, "Ma'ruf" kavramının;

“İnsanların öteden beri bildiği tanıdığı ortak ve evrensel iyilikler” anlamına geldiğini söylemektedir. (1/156)

Peki bu maruf kavramının içinde “Tevhid, ibadat-ü taat” gibi, İslam’ın vazgeçilmezleri nerde? Yoksa Eliaçık tevhid ve ibadette insanların öteden beri ittifak/anlaşma içinde olduklarını mı sanmaktadır?

"Ameli salih" kavramı da benzer bir evrime uğramış gözükmektedir. Yazar, bu kavramı incelediği Asr suresinde;

"Şu halde ameli salih; iyi güzel doğru ve faydalı olanı yapmak bunlar için çalışmak.."

olarak tarif etmiştir. Bu iyilik güzellik vs. vurguları tamam da, bu tarifte neden taat ve ibadetler yok anlamak mümkün değil. Ve bu açıklama şekli meal/tefsir’ in tamamında böyle. Ki bu da bilinçli bir şekilde ameli salihin manasının ibadet ve itaatten uzaklaştırılmakta olduğunu gösteriyor.

Ameli salihi açıklarken kullandığı “iyilik ve güzellik” tabirleri kime göre olmalı? Mesela şimdiki insanların çoğuna göre sınırsız özgürlük en büyük iyilik ve güzellik değil mi? Eliaçığın ameli salihi böyle açıklarken iyilik ve güzellliğin kime göre olduğunu da söylemesi gerekmez miydi.
mesela  iyi ve güzel olarak kabul gören bir şey, bir haram ise ya da dine sokulan bir bid'at ise, bu da ameli salihe girer mi? Ya da niyeti Allah için olmayan herhangi iyi güzel ve faydalı bir iş, ameli salih sayılır mı? Eliaçık bu konuda ne buyurur acaba? Öyle evrensel bir takım değerler üretmek adına Kuran’ın ana kavramlarını eğip bükmek doğru mu?

  “ŞEYTAN” ASILSIZ BİR MASAL MI?                                                             

Eliaçık, görünmeyen herşeyi cüretle inkara devam ediyor ve bakın şeytan diye bir şey olmadığını bu kominist hayranı nasıl anlatıyor:

"Bir cins isim olan şeytan, ontolojik karşılığı bulunmayan, hali hazırda görünmeyen ve fakat etkisi hissedilen tabiattaki kötülük durumlarına isim olmuştur." (1/36(326))
Yani aslında ontolojik bir varlık olarak söz konusu değil. Tabiatta ise kötülük denen inkar edilemez bir gerçek var ki işte şeytan olsa olsa onun adıdır diyor İblise yaptığı yorum da böyle bir şey;

“İblis; insan oğlundaki kötülük temayülü ve dürtüsünü temsilen birinci bölümde iblis..... ikinci bölümde şeytan olarak geçtiğini görüyoruz” (1/324)

“Aslında şeytan ve iblis diye bir şey yok” diyor yazarımız. "Peki ne var?" sorusuna da: “Bunların tabiattaki kötülük durumları olduğunu ve kötülük temayül ve dürtüsünü temsilen insan zihninde var edildiğini” savunuyor.


İBLİS !

Yazar Kur'an'daki, Allah ile iblis arasındaki konuşmayı, Allah’ın kendi kendisiyle konuşması olarak görmektedir:

"İblis kıssası bir semavi prolog (gökteki ilk konuşma) iken Adem kıssası yaşanmış hayat hikayesidir. İblis kıssasında teolojik, Adem kıssasında antropoljik vurgu baskındır. Kuran önce iblis kıssasını vermekte; “Bir tür Allah’ın kendi kendine konuşması” olarak insanlıkta bir ”Yaratılış muhayyilesi” oluşturmak istemektedir. Bu nedenle İblis kıssasında olaylar ve kişiler duyulur ve akledilir nesneler şeklinde tasvir edilmekte; iyilik, kötülük, insan, insanın gücü ve kabiliyeti, varlık âlemindeki yeri, neden yaratıldığı vs. görünür akledilir, algılanabilir suretlere sokularak şahıslaştırılmaktadır. Canlı yürüyen konuşan, yer kaplayan, dokunabilen, yanımızdan geçen vb. kişiler zatlar gibi algılanması sağlanarak adeta insanlığın dimağına kazınmaktadır. Birbirini tamamlayan kıssanın bu ilk bölümünde (Allah-İblis diyaloğu) aslında Allah dışında varlık yoktur." (1/326)

Fazla söze
hacet yok sanırım...



MELEKLER

Yazar her konuda olmasa da bu konuda tutarlılığını kitap bitinceye kadar korumaya çalışmış. Melekler de yazarın bu üslubundan nasiplerini almışlar.

Cebrail’in, Allah’ın gücü, karşı konulmaz kuvveti; Mikail’in Allah’ın rahmeti, bereketi, yetiştirmesi, bitirmesi, bolluğu ve bereketi olduğunu (1/67) söyleyen yazar, bunların aslında Allah’ın sıfatlarının (meleke) sami düşüncesinde (muhayyile) Cebrail ve Mikail (vs) olarak şekillendiğini ve Kuran’ın bu anlayışa –Yani bu anlayışın yanlış olduğunu bile bile- dokunmadığını söylüyor. Kuran, yazara göre sadece bunların tanrılar, eşler, oğullar, kızlar, ortaklar vs. olduğunun sanılmasına izin vermiyor. Anlaşılan yazar kitabının kaynaklarında itiraf ettiği gibi epey oryantalist kitabı okumuş; işin kötüsü ise onlara Kuran’dan daha çok inanmış olması.

Artık fıkıh ilmini alakadar eden bir çok konudaki havai yaklaşımlarını; kestiği, hatta doğradığı ahkamları geçiyoruz. İtikadi konularda bile, güya Kuran’ı anlama adına (!) pervasızca bir yaklaşım sergilendiğini görmekteyiz.

Melek ve iblisi birer temsil gören yazar, Kuran'daki cinleri de inkâr etmekten geri kalmıyor. Malumunuz, Kuran'da Cin suresi vardır ve bu surede resmen ve açıkca cinlerin Kuran'ı dinleyip müslüman olmaları anlatılır. Bakalım yazar bu konuda neler söylemiş:

"Her ne şekilde olursa olsun eski dünya dinlerinde özellikle Mezopotamya dinlerinde cin, peri, şeytan, melek inançları son derecede yaygındı... Kuran, İran, Yunan, Mısır, Babil havzalarında yaygın olan bu inançları, hitap çevresi olan Arap yarımadasında yerleşik buldu. Diğer birçok konuda olduğu gibi bu konuda da düzeltme yoluna gitti…Demek ki Kuran bu tür bir zamanlar kendi kavramları olan kelimeleri eski dünya dinlerinin deforme ettiği halden çıkarmak için kullandı; fakat içeriğinde esaslı reformlar yaptı. Bunun tipik örneklerinden biri de işte bu cin suresidir. Burada eski Mezopotamya dinlerinin etkisinde olan ve Fırat’ın üst tarafındaki Nusaybin’den gelen (Taberi) bir gurubun Kuranı dinlemesi sonucu geçirdikleri dönüşüm anlatılıyor. Veya bunlar böylesi inançların etkisi altında olan Mekke ve civarında yaşayan bir gurupta olabilir. Bu durumda ayette geçen “cinlerden bir gurup ” ifadesi “cinlere inanan bir gurup” manasına gelir…
Yani Eliaçık “Cin” adındaki surenin aslında “Yabancı” bir takım insanları konu edindiğini; onların cinler periler hakkındaki eski inançların yanlışlığı konusunda itiraflarda bulunmaları diyaloglaştırıldığı için bu adı aldığını söylemektedir. Ki ayetlerin anlamıyla ne yakından ne uzaktan ilgisi bulunmamaktadır. Ayetleri aklıyla yorumlamakta ısrarlı olan yazar, cin suresinde epey sıkıntı yaşamış gözüküyor. Ancak ezberini bozmak da istememiş ve maalesef, inkâr ve teville başladığı tefsirine, yine bunlarla devam etmiştir.
CENNET CENNET DEDİKLERİ

Yazara göre Adem babamızla Havva annemizin yaratılıp yaşadıkları ilk yer dünyada bir yermiş; cennet yemyeşil bir diyar demekmiş:

"Öyle anlaşılıyor ki burada cennet yemyeşil bir diyar yeşillik ve ağalık bir bölge anlamına gelmektedir. Burası yeryüzünde bir bölgedir (Ebu Müslim) Bu durumda ilk insan veya insanlar “yeryüzünde” yaratılmış olurlar, öbür dünyadaki cennette yaratılıp bu dünyaya dönmüş değil. Yani insanlar basbayağı yeryüzünün bağlık bahçelik yeşilliklerle dolu bir bölgesinde ortaya çıkmışlardır." (1/ 326)

Yukarıda alıntılanan yazıların sahibi bir bakıma Allah’ı zan altında bırakmış olmuyor mu?

Evet yalın olarak Kuran’ı okuduğunuzda İblis’in varlığının mecaz olduğunu; Allah-İblis diyoloğunun temsil olduğunu, Allah’ın cennet dediği yerin yeryüzünde olduğunu; yasak ağacın temsil olduğunu anlayabilir misiniz? Kesinlikle hayır. Peki Kuran'da, türedi filozofların anlayamadığı her şeyi mecaza mı yormalıyız? Bunun sınırını kim koyacak?
Birisi çıkıp da: “Allah da mecazdır, ölümden sonraki cennet de, cehennem de, mecazdır” derse bu anlayışın önüne nasıl geçilebilir? Sonra bunların mecaz olduğundan ne Rasul(sas), ne ashabı asla söz etmemiştir. Demek bunların mecaz olduğunu keşfetmek, oryantalizm hayranı günümüzdeki eliaçıklara kalmıştır. Eliaçık’ın meal tefsirini bir kenara koyarken ister istemez Eliaçık’ın bunca hezeyanları ülkemizdeki bu kadar alim,  ilim adamı ve Müslümanın gözünün içine baka baka yapabilmiş olmasını aslında ilim ve din  takva alanındaki büyük bir boşluğa bağlamadan edemiyorum.tıpkı Buhari’nin ilim bahsinde geçen şu hadisin bize söylediği gibi: “Allah hakikat ilmini kullarında bir anda çekip almaz. Fakat alimler ölürler ve yerlerine yenilerinin gelmemesi suretiyle ilim sizden çıkıp gider. Taki ortalıkta ilim adamı gözükmez olunca insanlar cahil başkanlar edinip dinlerini onlara sorarlar. Onlarda bilgisizce cevap verir hem sapar hem saptırırlar.”
Bundan başka dini gayretimizin azalmış olması ve buna bağlı olarak içine düştüğümüz vurdumduymazlık da sebeplerden biri. Alimlerimiz Allah yolunda hakkı söylediği için eleştirilmekten çekindikçe ve Eliaçık gibi en başta sünnet inkarcılığı arkasından Kuran tahrifciliği bunlarla birlikte alim ulema düşmanlığı ve ehli sünnet hasımlığı yapanlarla sorunsuz oldukça bunlar elbette olacaktır. Gereği olmadığı halde olmadık konularda envai çeşit kitaplar yazan, tercümeler yapan, konuşan ve yazan hocalarımız halkımızın inanç ve itikadına direk tealluk eden bir takım hususlar da eğer tek kelime edemiyorlarsa ve ortalığı bu tür cahillere bırakıyorlarsa bunu hoş görmek mümkün değildir. Halkı uyaracak olan başta alim ve ulemadır. Hadisi şerifte “Bu ilmi her nesilden en düzgün kişiler taşır; onlar aşırı gidenlerin aşırılıklarını, bozucuların bozmalarını ve teville hakiki manayı kaldıranların çalışmalarını boşa çıkarırlar.” buyurulmuştur. Bu hususta ulemaya düşen görev gerçekten çok büyüktür. Hele ilmi gizlemek/ketmetmek en büyük günahlardan değil midir? Hadisi şerifte “İlmi olduğu halde gizleyenin ağzına kıyamet günü ateşten gem vurulur” buyuruluyor. Yine Bakara ve Ali İmran’da “ilmi olup da gizleyen ve açıklamayanlara defalarca lanet edildiğini görüyoruz. Hakkın söylenmesi gereken yerde söylenmemesini şeytanlık olarak gören bir kültürün mensupları olarak bu duruma daha fazla ehemmiyet vermek gerektiğini düşünüyorum.
Ya  bir de işe sünnet inkarcılığıyla başlayan ve en sonunda işi Kuran tahrifciliğine kadar vardıran Eliaçık gibi kimselerle dağarcık doldurmaya çalışan zavallı Müslüman kardeşlerimize ne demeli… Halbuki İslam’ı öğrenmek için gazeteci, edebiyatçı, şair romancı ya da falancı ve filancıların kapılarını çalmaktan daha yanlış ne olabilir ki? Bu insanlar alanlarında ne kadar üstün olurlarsa olsunlar eğer dini bir alanla ilgili konuşmaları ve insanları yönlendirmeleri gerekiyorsa son derece dikkatli, terbiyeliolmalı ve açıklamak istedikleri konuyu titizlikle din alimlerinin gösterdikleri gibi araştırmalı ve en son vardıkları kanaatlerini dahi tekrar sağlamaya tabi tutmalıdırlar.

Söyleyeceklerim daha bitmedi; İslami  kurumlar, vakıflar, dernekler, belediyeler gibi böylelerini yıllar yılı İslamcı yazar sanarak konuşturmuş ve meşhur etmiş olanlar da şapkayı önlerine koymalı değil mi. Yaptıklarıyla ne büyük bir ferasetsizlik örneği ortaya koymuşlar aslında. Çünkü “Bir kere adam ulemaya sövmeye başladı mı hükmünü vermeleri gerekirdi. Ama tabiri caizse onlar ulemaya söver sayarken laik ve seküler yetiştirilme kültür altyapımız ile biz de bu tür kimselerin doğru olup olmadıklarına dair ciddi bir sorgulamayı yapamadık. Hatta bizim zamanında bu şahsın duruşuna karşı insanları uyarırken yaptığımız eleştirileri sözüm ona kardeşlik hukukuna aykırı bulanlar bile oluyordu. Fakat Mevlam bizi utandırmadı hamdolsun, yıllar önce gördüğümüz gidişat “gezi”de demirleyince uyandı bazıları..  Aslında gezi olayları sadece Eliaçık için değil geziyi destekleyen hatta mal bulmuş mağribi gibi üstüne atlayan tüm başka oluşumların gerçek yüzlerini görmek için bir milat olmasını temenni ediyorum. Yine Suriye savaşı vb. gibi Müslümanları ilgilendiren tüm meselelerin uyanışa ve gerçek yüzleri tanımaya vesile olmasını diliyorum.
Son söz olarak şunu derim; Aslında filozofluk ya da çok bilmişlik yapmak isteyenler için Allah’ın kitapları ve rasullerin öğretilerinin dışında kalan epey geniş bir alan zaten vardır. Böyleyken Eliaçık gibi filozofluğa hevesli kişilerin saha olarak Allah’ın kitabını görmesi ya had bilmemezlikten ya da kötü niyet taşımaktan başka ne olabilir? Biz ise bu yazıyı onun ve takipçilerinin iyi niyetli fakat yolunu şaşırmış oldukları hüsnü zannımıza matuf olarak kaleme almış bulunuyoruz. Saygılarımla.

Ercan Çaylar