24 Kasım 2016 Perşembe

RASULULLAH’TAN İKİ KAP EZBERLEDİM” HADİSİNİN METİN YÖNÜNDEN İNCELENMESİ






حفظت عن رسول الله (ص) وعا ءين
“RASULULLAH’TAN İKİ KAP EZBERLEDİM”
HADİSİNİN METİN YÖNÜNDEN
İNCELENMESİ






Takdim :
İslam medeniyetinin son yüzyıllarda alabildiğine irtifa kaybetmesinin sorumlusu nedir/kimdir? Bu acı ve can yakıcı soru doğru düzgün cevaplanmadan bu medeniyetin evlatları olarak açık ve berrak ufukları görebilmemizin imkânı yoktur. Bu aşikâr çöküş her alanda kendisini gösterebildiğine göre düşünürlerimizin, bilim adamlarımızın, âlim ve yazarlarımızın bunun sebepleri üzerinde durmaları, hatta titiz ve etraflı çalışmalar, inceleme ve araştırmalar yaparak milletimizin gözleri önüne sermeleri tarihi bir sorumluluktur.

Biz konu olarak  seçtiğimiz حفظت عن رسول الله (ص) وعا ءين"hadisini işte böylesi bir sorumluluk bilinci ile ele alacağız. Çünkü diğer alanlarda olduğu kadar hatta belki daha fazla hadis alanındaki istismar ve gafletin İslam medeniyetinin zayıflamasında rol oynadığı açıktır. Bunun için bize düşen görev yanlışla doğruyu ayırt etmek, hakla batılı tefrik etmek ve doğru ve hak olanı göstermektir.
Öncelikle hadisimizin metnini ve tercümesini verelim:
عن ابي هريرة (رضي الله عنه) قال : حفظتُ عن رسول الله (ص) وِعاءَين : فاما احدهما فبثثته, واما
                                           الآخر فلو بثثته قطع هذا البلعوم."
Manası: Ebu Hureyre’den rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir: “ Allah’ın elçisinden iki kap (ilim) hıfzettim. Bunlardan birini yaydım. Diğerine gelince eğer onu da yayacak olsaydım şu gırtlak kesilirdi.” (Sahihi Buhari, Kitabul İlim, 42)

Hadisteki “Garib Elfaz” hakkında açıklama :
 وِعاءَين kelimesi:
Bu kelimenin tekili olan "وعاء"  kelimesi Türkçemizde “kap” anlamında kullanılmaktadır. Dolayısıyla “iki kap ezberledim” demek: “iki kap ilim çeşidi/türü ezberledim” şeklinde anlaşılmalıdır. Buna belağatta “zikri mahal iradeyi hal” denilmektedir.[1]
 Bu hadisin ve dolayısıyla "وعاء"  kelimesinin bir benzeri Müsnedi Ahmet b. Hanbel’de “أجربة” “kırbalar” olarak Ebu Hureyre’den “Üç kırba (ilim türü) belledim. Bunlardan iki kırbayı yaydım.” şeklinde; Ramehurmüzi’nin “El- Muhaddisül Fadıl” isimli eserinde yine Ebu Hureyre’den : “beş kırba” şeklinde geçmektedir.[2]  
Hadisin Senedi:
1-Buhari
2-İsmail Bin Ebi Üveys
3-Ebu Bekir Abdulhamid
4-İbn-i Ebi Zib
5-Said el- Makburi
6-Ebu Hureyre


Ebu Hureyre kimdir?
“Ben Rasulullah’tan iki kap (ilim türü) öğrendim. Bunlardan birini yaydım. Diğerine gelince eğer onu da yayacak olsaydım, şu gırtlak kesilirdi.” Sözünün sahibi olduğu söylenen Ebu Hureyre kimdir? Onun hayatına dair bir takım malumatı bilmek bize bu sözü anlama konusunda gayet yardımcı olacaktır.
Ebu Hureyre İslam peygamberinin (s.a.v.) ölümünden dört yıl önce Müslüman olan, toplam üç yıl kadar da onunla beraber yaşayan, Devs kabilesi mensubu bir sahabidir. Suffe ashabından olduğu söylenmektedir. “Ebu Hureyre” lakabı olup adı “Abdullah ya da Abdurrahman bin Sahr” dır. Peygamber (s.a.v.)in yanında çok kalmış/ yaşamış sahabeye nispetle hadis rivayetinde onları geçmiş olması, hakkında bazı ithamların yapılmasına sebep olmuştur. Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Aişe tarafından ikaz edildiği bilinmektedir.[3]  Yine de sahabe arasında kabul edilen biri olduğu anlaşılmaktadır. Hz. Ömer hilafeti devrinde bir müddet Bahreyn valiliği yapmış, halife tarafından azarlandıktan sonra da artık bir daha kendisine aynı halife tarafından verilmek istenen valilik görevlerini kabul etmemiştir.[4] Geri kalan ömrünü Medine’de tamamlamış, Muaviye’nin devrinde Medine valisi Mervan b. Hakem olmadığında onun yerine bakmış yahut bizzat halife tarafından vali olarak görevlendirilmiştir. Hz. Ali ile Muaviye arasında geçen olaylara katılmadığı sanılmaktadır. Hz. Ali taraftarı olmadığı kesindir. Muaviye’nin yanında yer aldığı söylentisi ise Şiilerin görüşüdür. Fakat Muaviye’nin hilafeti ele geçirmesinden sonra Emevi devletiyle bir problem yaşamadığı, ilim, kaza ve ibadetle ömrünü tamamladığı anlaşılmaktadır. Yezid b. Muaviye’nin başa geçmesinden bir yıl önce vefat etmiştir. Hayatında zühd ve tasavvufa kaynaklık edebilecek örneklikler sergilemediği, normal bir Müslüman olarak yaşadığı görülmektedir. Genel itibarıyla Ebu Hureyre’de tespit edebildiğimiz bu özelliklerin yukarıdaki sözünü değerlendirmekte bize yardımcı olacağını umuyoruz. Çünkü Ebu Hureyre’nin mevzu bahs sözünü tarihen de mensup olamayacağı iki çevrenin istismar etmesi söz konusudur. “İki kap ilim” türünden biri, yani Ebu Hureyre’nin sakladığı ilim, eğer Şiilerin iddialarını doğrulayacak şeyler ise neden başta kendisi Hz. Ali’nin yanında yer almamıştır? Eğer tasavvuf erbabının iddia ettikleri tasavvuf ilmiyse neden başta onun hayatında o yönde bir gidişat görülmemiştir?
Şimdi mevzu bahis olan sözü inceleyelim :
“İKİ KAP” HADİSİ ÜZERİNE DEĞERLENDİRME
Ebu Hureyre’nin bu sözünde dikkati çeken en önemli husus “Eğer diğer kaptakini de yaysaydım şu gırtlak kesilirdi” ifadesidir. Bu ifadeden Ebu Hureyre’nin peygamberden öğrendiği bir takım ilimleri yaymadığı anlaşılmaktadır. Halbuki bizzat kendisi bir ifadesinde şunları söylüyor:
“Buhari, Abdulaziz b. Abdullah’tan O da Malik b. İbni Şihab’tan O da Arac’dan O da Ebu Hureyre’den şunları nakletmiştir: “  İnsanlar Ebu Hureyre abarttı ( çok hadis rivayet ediyor) deyip duruyorlar. Eğer Allah’ın kitabındaki iki ayet olmasaydı, ben tek bir hadis bile söylemezdim. (Ebu Hureyre bu sözünden sonra
 اِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا اَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَى مِنْ بَعْدِ مَابَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِى الْكِتَابِ اُولَئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللَّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ (159) اِلَّا الَّذِينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَاُولَئِكَ اَتُوبُ عَلَيْهِمْ وَاَنَا التَّوَّابُ الرَّحِيمُ (160) [5]
Ayetlerini okuyup derdi ki: Muhacir kardeşlerimiz çarşıda alışverişle, Ensar kardeşlerimiz de malları ve toprakları için çalışmakla meşgul olurlarken Ebu Hureyre boğaz tokluğuna Rasulullah’tan ayrılmaz, onların hazır bulunmadıkları meclislerde hazır bulunur, onların belleyemedikleri sözleri bellerdi.[6]
Bu sözlerden Ebu Hureyre’nin ilmi ketmetmekten duyduğu endişeyi anlıyoruz. İlmi ketmekmekten böylesine sakınan birisinin kendisini ele verircesine %50 ilmini gizlediğini itiraf etmiş olması bir çelişki değil midir?
Bu işkale İbni Hacer[7], İbni Münir’den naklen şu cevabı vermektedir: “Ebu Hureyre’nin gizlediği ilim ahkamı şeriye konusunda olması caiz olamaz. Çünkü bu hususta ilmi gizlemenin haram olduğu açıktır.” Sonra bir başkasının[8] bu sözdeki gizlenen ilimle kastedilenin “kıyamet alametleri ve ahir zamandaki karışıklık ve savaşlar” olduğunu söylediğini nakletmektedir.
Bize göre işkalin bu şekilde cevaplanması hali kurtarmadan başka bir şey değildir. Çünkü ilmi gizlenen kişi Rasulullah’tır. O’nun kendisinden gizlenmesi caiz olan ya da caiz olmayan ilimler diye bir ayrım yapmış olması akla mantığa aykırı bir durumdur. Şeri hükümlerin mutlaka yayılması gerektiği, yayılmadığı taktirde günahın terettüp ettiğini anlamak gayet normaldir. Fakat şeri (hukuki) bir hüküm beyan etmeyen ilimlerin açıklanmamasının caiz olmasını anlamak mümkün değildir. Çünkü ilim bir emanettir. Ve bu emanet Allah’ın elçisindendir. Sonra bu gizlenen ilmin “kıyamet halleri” v.s. ile açıklanmasına gelince, bu çok daha gariptir. Çünkü Ebu Hureyre ta kıyamette olacak hadiseler yahut alametler için niçin canından korksun ki?   
Aynı devirde kendi çağdaşı Ebu Zer (r.a.) ise aşağıda aktaracağımız sözleri ve söylediklerine paralel yürüyen davranışlarıyla peygambere arkadaş olmanın gerçek bir bedelini ödemektedir. Ebu Zer  (r.a.) anlaşılan bir gün kendisine hadis rivayet etmemesi yönünde yapılan baskılara karşı boynunu göstererek şu sözlerle mukabelede bulunur:
لو وضعتم الصمصامة علي هذه ثم ظننت اني انفذ كلمة سمعتُها من رسول الله (ص) حتى تجيزو علىّ
لأنفذتها"    
“Palanızı (ensesini göstererek) şunun üstüne koysanız ve bende siz benim işimi bitirinceye kadar Allah’ın Rasulunden duyduğum bir sözü aktarabileceğimi bilsem hiç durmaz hemen o sözü aktarırdım.”[9]
HADİS ŞARİHLERİNİN YORUMLARI
 Buhari’deki hadisleri şerheden İbn-i Hacer El- Askalani, bu açıklanmayan ilmin ne olduğu üzerinde tabiatıyla durmaktadır.[10] Ona göre: “alimler bu ilmi “kötü yöneticilerin çirkin halleri ve yaşadıkları zaman” gibi şeyler olarak açıklamaktadırlar. Ebu Hureyre canından korktuğu[11] için bunlardan bahsedememiş fakat kinaye yoluyla değinmiştir. Onun “Altmışıncı senenin başından ve çocukların emirliğinden Allah’a sığınırım.” demesi ve böylece Yezid b. Muaviye’nin devrine işaret etmesi –ki Yezid’in başa geçmesi H. 60 da olmuştur.- bunu göstermektedir. Ebu Hureyre ise bundan bir yıl önce vefat etmiştir. Dolayısıyla duası kabul edilmiştir.”
Babanzade Ahmet Naim ise şu ifadelerle[12] Ebu Hureyre’ye ait sözü açıklamaya çalışır: ”Ebu Hureyre’nin neşr ve ifşa ettiği ilmin hangi neviden olduğu rivayetlerinden bilinmektedir. Gizlediği ilim acaba neydi? Bazıları “İlerde ümmetin başına gelecek fitne ve musibetlere, kıyametten önce ümmetin başına gelecek hallere ait ilimlerdir” derler ki bunlardan bazılarının vukuunu baş gözüyle görmüştür. Politika galeyanının tozu dumanı içinde ferman dinleyecek ve hakka samimi bir vicdanla kulak verecek halde olmayanlara karşı bildiğini açıkça söylemek kendileri gibi tarafsız ve fitneden uzak bir zat için hakikaten tehlikeliydi. Ebu Hureyre’nin maksadını böyle açıklayanlar onun “altmışıncı senenin başına ve çocukların yöneticilik devrine yetişmekten Allah’a sığınırım” demiş olmasını iddialarına delil olarak ileri sürerler.
 Bazıları da (bu gizli ilim) ehl-i şuhud ve  irfana ait olup ilmi şeraitin sonucu ve rasulullaha sevgi ve güzel ittibanın yüce meyvesi olan ve başkalarının anlamasından korunmuş kalan ilmi esrar ( sırlar ilmi) dir derler. ”

YORUMLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Görüldüğü üzere yorumlar 4 ana tema üzerinde yoğunlaşmış bulunmaktadır:
1.     Asrı saadetten sonra başa geçecek kötü idarecilerle ilgili olduğu;
2.     Kıyamet alametleri, Müslümanların başlarına gelecek haller ya da savaşlarla ilgili olduğu;
3.     Ehli şuhud ve irfana mahsus olup ağyarın anlaması imkânı olmayan ilimlerle ilgili olduğu.
4.     Gizlenen ilimin hukuki bir mesele hakkında olmadığı ve bunun için gizlenmesinin caiz olduğu.
Buna göre teker teker yorumları değerlendirecek olursak birinci yorumdaki iddia Ebu Hureyre gibi biri hakkında şaibeden ve taksirattan başka bir şey değildir. Çünkü Eğer Ümmeti Muhammed’in başında böyle bir tehlike vardıysa bunu ümmete haber vermemek hıyanetten başka bir şey değildir. Hele bunu peygamber haber vermişse bunu tüm Müslümanların duyup hazırlıklı beklemeleri gerekmez miydi? Hz. Peygamberden böyle bir bilgi aldığı halde bunu söylememek hangi mazeretle olursa olsun kabul edilebilinecek bir şey midir?
 Sonra, eğer peygamberimiz madem böyle Ümmeti Muhammed’in başına gelecek büyük bir takım felaketlerden haberdar ise niçin bunları en yakınındaki en alim, en fakih ve en güvenilir arkadaşlarına değil de Ebu Hureyre gibi devlet yönetiminde söz sahibi olmayan birine açmış olsun ki? Ona bu gizli bilgileri açacağına 2. Halife Hz. Ömer’e açardı ve O da Muaviye gibi Ümmeti Muhammed arasında karışıklıklara sebep olacak ve vahdetlerinin parçalanmasına kadar götürecek birini, Şam gibi bir vilayete vali olarak tayin etmezdi.
2- İkinci yoruma gelince bu tür bir yorum şekli gerçekten çok zayıf bir yorum şeklidir.  Çünkü Kıyamet alametlerinin niceleri vardır ki bunlar hadis kitaplarında önemli bir yekûn teşkil eder. Bunların hiç biri, bir insanın açıkladığı takdirde can güvenliğinden endişe etmesini gerektiren şeyler değildir.
3- Üçüncü yoruma gelince işte bu en tehlikeli ve Ümmeti Muhammed’in arasında gerçek bir fitne ve gerçek bir ayrılığa sebebiyet verebilecek olan bir tehlikeyi gözler önüne sermektedir.
Bu 3. yorumun batıllığını da birkaç yönden göstereceğiz. Birincisi Ebu Hureyre bu iddiada bulunanların iddialarına mesnet teşkil edebilecek biri değildir. Ashabın içinde o zühd ve takvasıyla öne çıkmış bir Osman b. Maz’un ya da bir Ebu Derda yahut benzeri bir başkası değildir. Tasavvufa kaynaklık edecek herhangi bir davranışıyla tanınmamıştır. Hz. Ömer devrinde valilik yapmış gayet iyi bir kazanç elde ettiği için Hz. Ömer tarafından çok ağır suçlamalara maruz kalmış ve bugünkü tabiriyle hakkında soruşturma açılmış akabinde temize çıksa da artık bir daha vali olmak istemeyecek kadar yıpranmış biridir. Asla bir zahit ya da bir mutasavvıf gibi değil tamamen normal bir Müslüman ve normal bir insan olarak hayatını sürdürmüştür. Peygamber (s.a.v.)in onu gizli/ batini ilimler yüklemek için tercih edebileceği farklı bir özelliği bilinmemektedir.  Sonra Hz. Peygamber (a.s.v.)ın birilerine, diğer başkaları olmaksızın özel olarak bazı gizli ilimler telkin ettiğini düşünmek abesle iştigalden başka bir şey değildir.  Hz. Aişe Mesruk’a olan: Her kim Hz. Muhammed Allah’tan gelen bazı ilimleri gizlemiştir derse yalan söylemiştir.”[13] sözleri yukarıdaki iddiaları yalanlamak için dile getirilmiş olmalıdır.
İbni Hacer, Fethul Bari şerhinde bu tür iddiaların iş bu rivayet yoluyla dile getirildiğini ya da zaman içerisinde dile getirileceğini görmüş olmalı ki İbni Münir den şu nakilleri yapmakta bir sakınca görmemiştir:
“ Batıniler bu rivayeti kendi batıl inançlarını savunmak için kullanmaktadırlar. Onlar şeriatın bir zahir bir de batın yönünün olduğuna inanmaktalar. Batından kastettikleri ise şeriattan uzaklaşıp ayrılmaktan başkası değildir.”[14] Batinilerin İslam’a ve Müslümanlara ne kadar büyük zararlar vermiş oldukları cümle ilim ve tarih erbabının ittifak ettikleri bir durumdur. Batıniler isimlerine de layık bir tarzda sosyal hayatta gizlilikle Sünni İslam’a düşmanlıklarını sürdürmüşler, haçlılarla tarih boyunca ittifaklar kurarak Sünni dünyanın iki taraftan kıskaç altına alınmasına sebep olmuşlar, “Karmati”lik şeklinde terör devletleri, “Haşhaşin”ler şeklinde tarihteki ilk cinayet şebekelerini kurarak yıllarca huzur ve asayişin yok olmasına sebebiyet vermişlerdir. Sünni ve mutasavvıf sayılan tasavvufun meşhur üstadı Hallacı Mansur’un idamı dahi Karmati’lerle olan ilişkisi sebebiyle olduğu bilinmektedir. O devirlerde tasavvuftaki vahdeti vucut inancına gönül vererek “Enel Hak” diyen sürüsüyle sufi vardı ve hiç birine de dokunulduğunu tarihen bilmiyoruz. Sonuç olarak Batınilik uzun müddetten beridir yeraltına çekilmiş gözükse de tasavvuftaki yumuşak karın kendilerini tarikatlar şeklinde gizlemelerine ve aynı inançlarını sürdürerek yaymalarına olanak sağlamaktadır. Tarihte İmam Gazali, İbni Teymiye başta olmak üzere bir çok âlim ve devlet adamı bu batini komploya karşı koymuşlar, Gazali Sünni ve zühd esaslı bir şekil verme amacıyla tasavvufu kabullenmiş, İbni Teymiye ise ayrı bir isim ve ayrı bir duruş göstermesinden şikâyetçi olduğu tasavvufa karşı mesafesini korumuştur. Neticede Bâtınilik her zaman yeniden diriltilmeye müsait, sakınılması ve uyarılması gereken bir akımdır. İncelediğimiz rivayetin Bâtınilere dayanak teşkil etmesi ise bizim bu rivayeti ele almamızın ne derece isabetli olduğunu ortaya koymaktadır.     
4-    Yorum şekline ise yukarıda değinmiş ve cevabını vermiştik. Özetleyecek olursak Ebu Hureyre’nin neyi gizlediği belli olmadığı halde “onun gizlediği şeri ilim olamaz. Olsa olsa kıyamet ve ahvalini anlatan ilim ya da fiten hakkındaki ilimdir v.s.” tarzı yorumları tasvip etmiyoruz. Çünkü bunlar subjektif / öznel şeylerdir; bununla beraber “zan” kelimesinin kapsamına dâhil olup dolayısıyla ilim değildir. Sonra yukarıda da işaret ettiğimiz gibi peygamberin (s.a.v.) ilmi ne olursa olsun –ister hukuki bir hüküm ya da başkası- tamamen dini bir emanettir; bu ilmi emanet kişiye ait bir şey değildir ki onu açıklayıp açıklamamakta muhayyer olsun. Eğer böyle bir emanet Ebu Hureyre’nin yanında var idiyse bunu açıklamaması onun için büyük bir vebal olur ki biz bunu Ebu Hureyre gibi suffe ashabından, ömrünü ilme ve Rasulullah’ın ilmini yaymaya adamış biri hakkında asla yakıştıramayız. Sonra bizzat Ebu Hureyre’nin kendisi ilmi ketmetmenin ne kadar feci olduğunu yukarıda geçen ayetlere dayanarak belirten kişidir. Bu çelişkiye de dikkat çekmiştik.   
SONUÇ :
Bu rivayetin doğru kabul edilmesi durumunda tüm bidat ve batini guruplar –iş bu rivayetin Buhari de de yer almış olması sebebiyle - kendileri için çok güçlü bir dayanak bulmuş olmaktadırlar. Çünkü tüm bid’i ve Bâtıni gurupların yegâne iddiası işte bu rivayette de söz konusu edildiği gibi Hz. Peygamberin ashabından bazılarına gizli bir takım ilimler telkin ettiği yönündedir. Çünkü rivayette bahsedilen “iki kap ilim çeşidi”nden ikincisinin ne olduğu meçhuldür. Bu da din de büyük bir istismar boşluğuna yol açacak ve dinde bir eksiklik varmış gibi gösterenlerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramayacaktır. Bu satırların yazarı iş bu rivayetten ilk defa böyle istismar cihetinde hareket edenlerin meclislerinde haberdar edilmiştir.
Hülasa bu rivayet hiç bir maddi ve manevi sorunumuzu çözemediği gibi fazladan sorun çıkarmaktan, kafa karıştırmaktan saf ve nezih itikatlara şüpheler ika etmekten başka neye yarayabilir? Bütün hurafeci ve sapkın guruplar bu rivayeti kendileri lehine gayet rahatlıkla kullanabilir. T.D.V. İslam Ansiklopedisi Ebu Hureyre maddesi yazarı sayın M. Yaşar Kandemir hocamızın mevzu bahis rivayetimizi kastederek Ebu Hureyre’nin aleyhine değerlendirildiğinden yakındığı ve cevap vermek için uğraş verdiği görülmektedir.  Halbuki biz bunu gerekli görmüyoruz. Bu rivayeti kabul edilemez bulmak İslam’a zarar vermek için değil tam tersine ona zarar vermek isteyeceklerin önüne geçmek içindir. Ebu Hureyre bu sözü söylemiş ya da söylememiş olsun bu onun şanına da bir halel getirmez. Çünkü ondan daha önemlisi Kuran ve Sünnetin şanıdır. Ve yine önemli olan bizim Kuran ve Sünnet ışığında neyi alıp neyi bırakabileceğimizi bilmemizdir.  





[1] Fethul bari, c. 1, s.292
[2] A. g. e.
[3] T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ebu Hureyre md. C. 10, s.
[4] A. g. e.
[5] 159. İndirdiğimiz belgeleri, biz onları Kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya, onlara hem Allah hem de bütün lânet edebilenler lânet eder.
160. Yalnız tevbe edenler, ıslâh olanlar ve gerçeği ortaya koyanlar müstesna; onları ben bağışlarım. Zira ben tevbeleri kabul ederim ve merhametliyim.

[6] Buhari, İlim, 42
[7] Fethul Bari, c.1 s.293
[8] قال غيره
[9] Buhari, ilim, 4
[10] Fethul Bari, c. 1, s.293
[11] "خوفا علي نفسه منهم"
[12] Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, D.İ.B. Yay. C.1, s.117 (Sadeleştirilerek  alıntılanmıştır.)
[13] Müslim
[14] Fethul Bari, c. 1, s.293

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder