19 Kasım 2016 Cumartesi

“SIKINTIYA DÜŞTÜĞÜNÜZDE KABİR EHLİNDEN YARDIM İSTEYİNİZ” MEVZU HADİSİ HAKKINDA BİR TAHLİL




“SIKINTIYA DÜŞTÜĞÜNÜZDE KABİR EHLİNDEN YARDIM İSTEYİNİZ” MEVZU HADİSİ HAKKINDA BİR TAHLİL

Ercan Çaylar 

GİRİŞ:
Dinin gayesi insanları dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşturmaktır. Bu gayeyi ise ancak batıl ve hurafeden uzak hak bir din gerçekleştirebilir. Yaratıcımız yüce Allah’ın gönderdiği hususunda şüphe olmayan, insanın maddi ve manevi her ihtiyacını karşılamaktan geri kalmayan bir din ancak hak din olma payesini kazabilir. İslam dinine birde bu açıdan baktığımızda onun hak bir din olduğunu anlamakta zorluk çekmeyiz. Çünkü İslam dini Allah’ın katından indirildiğine dair kesin delillerini yanında insanın maddi ve manevi her türlü ihtiyacını karşılayan bir dindir. İslam dininde ne antik ne de modern hurafe cinsinden hiçbir inanç ve davranışla karşılaşmayız. İslam’da vahyin akılla çelişmeyeceği genel bir esas olarak kabul edilmektedir. İslam’da gerek bilgi edinmenin kaynakları olsun gerek ameli konuların subutu olsun sağlam temellere oturtulmuştur. Dinin Allah’ın elçisi yaşarken tamamlandığı gerçeği Müslüman vicdanlardaki yerini almıştır. İslam’ı dinler merkezi sayılabilecek bir coğrafyada dünyaya geldiği halde başarılı ve kalıcı kılan işte bu yapısıdır. Müslümanlar bu yapıyı korumadıkları her zamanda çöküşlere ve hezimetlere maruz kalmışlardır. İslam dinindeki bu mühim ilkeleri korumak O’nu hurafe ve batıl inanış ve davranışlara karşı savunmak yoluyla olabilir.
Şeytan ve onun insan ve cin yardımcıları boş durmamaktadır. Hak dinin düşmanları içerden ve dışarıdan askeri ya da kültürel saldırılarına son vermiş değillerdir. Hak dini bozmak, onu bir hurafe yuvası haline getirmek, hanifi, tevhidi karakterini yozlaştırmak için ellerinden geleni arkalarına koymamaktadırlar. Bu gibi faaliyetleri hadis ilmi sahasında da görmek şaşırtıcı değildir. Çünkü geçersiz inanışlarına Allah’ın elçisi’nin (s.a.v.) hadislerini istismar ederek meşruiyet kazandırmak istemek bu gibi mihrakların ilk işi olmuştur. Zaten hadis alanındaki eski ve yeni tetkik ve araştırmalar bunu açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır. Âlimlerimiz bu tür uydurulmuş hadislere “mevzu hadis” ismini vermişlerdir. Onlar, mevzu hadisleri uyduranların hangi saiklerle hareket ettiklerini, mevzu hadisleri tanıma yollarını tespit etmişler ve bizlere bu konuda da ufuk açıcı yol gösterici rehberliklerini sunmuşlardır. Genel olarak mevzu hadislerin uydurulma sebepleri genel olarak şu başlıklar altında toplanmıştır:
1.      Dine zarar verme düşüncesi
2.      Dine yarar sağlama düşüncesi (Kıssacılık ve vaaz)
3.      Siyasi fırkalara destek ve meşruiyet sağlama
4.      Dini fırkalara destek ve meşruiyet sağlama
5.      Irk, dil, bölge taraftarlığı
Mevzu hadisleri tanıyıp tespit etmek için hadis usulu ve hadis ilmi gibi ilimler ortaya konmuş ve bu uğurda müthiş çalışma ve gayretler gösterilmiştir. Hatta hadis ilminde gösterilen gayretlerin bir benzerini dünya üzerinde bir başka ilim disiplininde görmek ve göstermek mümkün değildir. Hadislerin doğruluğunu tanımak için senet denilen “kişiler(ravi) zinciri” peygamberle hadis arasında güçlü bir bağ oluşturmakta ve sözü alelade bir söz olmaktan kurtarmaktadır. Ayrıca senetlerdeki binlerce ravi için Tabakat kitapları kaleme alınarak her birisinin biyografileri oluşturulmuştur. Hadis ilmindeki gayretler bununla da sınırlı kalmamış, hadisleri doğru anlamak yolunda binlerce şerh kitapları kaleme alınmış, İslam inanç ve akidesini korumak için sürdürülen çalışmalar hiç durmadan devam etmiştir.
Bu tür uydurma faaliyetleri deşifre edilmeyecek olursa sonunda dinin safiyeti bozulur, “hak din” tanınmaz hale sokulur. Temel mizacı, esas gayesi kökünden kazınır. Tevhid dini, şirkin gölgesi altında unutulacak hale gelir. Atalar dini hak din İslam’ın yerini alır; hurafelerin şartları İslam’ın şartlarını geçer. Ve bir gün gelir de üfürükçülerin amentüleri Allah’ın elçisinin amentüsünü saf dışı bırakırsa işte o gün “Kullarının hepsini azdırıp yoldan çıkaracağım” diyen İblis’in bayram günü, gerçek Müslümanlarınsa matem günü olur. 
Bu böyleyken birilerinin yüzyıllarca büyük bir gayret ve fadakarlık örnekleriyle ortaya konan hadis ilmini hiç kaale bile almaksızın kaynaksız hadis rivayet etmeye kalkmaları din anlayışlarındaki laubaliliği ve hurafeye olan meyillerini göstermesi bakımından gayet ibret vericidir. Hele bu kişiler toplum içinde takvalı/sofu pozlarına bürünerek yaşıyor ve din adına konuşup halkı bilgilendiriyorsa(!) bu da elbette aklı başında Müslümanları düşündürmesi gereken bir musibetten başka bir şey değildir. İşte bir din ancak böyle yozlaştırılır. Ana kural ve kaideleri böyle tahrip edilir. Bu durum düşmanların yapamayacakları kötülük ve yıkımın, ahmak dostlar eliyle meydana getirileceğine dair genel ve şöhretli bir kuralı hatırlatmaktadır.
Bunun için dikkatli olmalıyız. İslam’ın / hak dinin yeryüzünden silinmesi demek insanlığın son adasının da ufuklardan kaybolması demektir ki bunun anlamının insanlık için tam bir felaket olduğu gayet açıktır.
 Bizim bu dönem “Mevzu Hadis” dersimizin ödevi olarak incelemek istediğimiz hadis tasavvuf çevrelerinin kitaplarında ve sohbetlerinde pervasızca canlı tuttukları bir konuyu içeren “sıkıntıya düştüğünüzde kabir ehlinden yardım isteyiniz” mevzu hadisidir. Bu hadisi “yeni mevzu hadisler” çerçevesinde görebiliriz. Çünkü bu hadis klasik mevzu hadis kitaplarından hiçbirinde bulunmamaktadır. Hadis kaynakları içinde yalnızca son dönemlerde yazılmış bulunan ve halkın dilinde dolaşan hadisleri toplama gayesiyle yazılan “Keşful Hafa ve Müzilül İlbas” isimli eserde[1] kendisine işaret edilmekte[2] ve kaynak olarak “İbni Kemal[3]”in “El-erbaun” isimli eseri[4] verilmektedir. Araştırmalarımıza göre bu kitap İbni Kemal’in kaleme aldığı üç ayrı 40 hadis kitabından biridir. İlgili hadis ise kitapta 3. Hadis olarak zikredilmektedir. Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunduğu gibi Mekke’deki İslam Kütüphanesi’nde de bulunmaktadır. Şaşırtıcı olabilir ancak İbni Kemal’in ilgili kitapta bu sözü savunduğu ve açıklamaya çalıştığı gibi bilgilerle de karşılaşmaktayız. Mezkur kitabın yahut hadis ve yorumların İbni Kemal’e ait olup olmadığıyla ilgili tereddüt ve endişemizi korumakla beraber kitabı yerinde görmek şu an için imkân dışı olduğundan biz eldeki verileri doğru kabul ederek hareket edeceğiz ve ilgili hadisin hadis bilimi bakımından konumunu göstermeye çalışacağız. Çünkü mevzu hadis faaliyetleri ve onları tespit ve ifşa etme rehberliği sadece belli bir döneme mahsus olmamalıdır. Hadis uydurma faaliyeti devam ettiği sürece hadisçilerin yeni uydurulan sözleri yakalamaları ve hükümlerini bildirmeleri gayet doğal karşılanmalıdır. İslam ümmetinin içinde her ne maksatla olursa olsun Allah’ın elçisine yapılan iftiralar mutlaka deşifre edilmeli ve bu hususta hiçbir uydurmacıya ya da uydurma nakiller yapana hoşgörüyle bakılmamalıdır. Kimse ayrıcalıklı değildir ve İslam’da da ruhban sınıfı yoktur. Nebi Aleyhissalayu vesselam ise :
عَنْ الْمُغِيرَةِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ سَمِعْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ إِنَّ كَذِبًا عَلَيَّ لَيْسَ كَكَذِبٍ عَلَى أَحَدٍ مَنْ كَذَبَ عَلَيَّ مُتَعَمِّدًا فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنْ النَّارِ

“Benim adıma yalan konuşmak herhangi birinin adına yalan konuşmaya benzemez. Her kim benim adıma yalan konuşursa cehennemdeki yerine hazırlansın” buyurmakta[5] ve böylece bu konuda şiddetli bir yasak getirmiş bulunmaktadır.
İlgili sözün geçtiği kaynakları araştırma sırasında İbni Kemal’den bir asır önce yaşamış İbni Teymiye’nin (ö. 1328) fetvalarında da karşılaştık.[6] Bu da bize İbni Kemal’in ilgili sözü kitabına almadan çok önceleri bu sözün halkın arasında bir şekilde yaşatıldığı kanaatine götürüyor.
Gelelim konumuz olan mevzu hadisin açıklamasına:
“İşlerinizde hayrete şaşkınlığa düştüğünüzde (sıkıntı ile karşılaştığınızda) kabirdeki (ölülerden) yardım isteyiniz!”[7]
KABİRDEKİLERİN ÖLÜ OLUP OLMADIKLARI MESELESİ:
Kabirde yatan ölüleri ölü saymayanlara göre bunun delili “Allah yolunda öldürülenleri ölüler saymayınız! Onlar diridirler fakat siz bilemezsiniz.” ayeti ile;
Allah elçisinin Bedir’de ölen müşrik cesetlerine karşı: “Biz rabbimizin bize vaat ettiğini hak olarak bulduk siz de buldunuz mu?” şeklindeki konuşması üzerine : -Ya Rasulallah, onlar ölüler değil midir? Nasıl onlara sesleniyorsunuz.” Diyen arkadaşlarına :- Şimdi onlar benim dediklerimi duyuyorlar.” buyurmuştur.
Halbuki bu sözler Aişe annemize aktarılınca o şöyle söylemiştir: “Allah Rasulu bununla “Onlar şimdi benim söylediklerimin hak olduğunu biliyorlar” demek istemiştir. Çünkü Kuran’da : “Sen kabirde olanlara işittirecek değilsin.[8]” buyrulmaktadır.” [9]
Şehitlerin diriliği ise bizim bilemeyeceğimiz bir boyut ve şekilde olabilir. Sonuçta ölüm denen olay insanın biyolojik yapısının son bulması olduğuna göre şehitlerden canlı insanlardaki yetkinliği beklemek doğru değildir. Onlardaki dirilik biyolojik değil belki başka bir boyut ve anlamda kabul edilirse naslar arasındaki uyum sağlanmış olur. “Muhakkak ki sen öleceksin onlarda ölecekler.”[10]; “Biz senden önce hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik.”[11]; “Her canlı ölümü tadacaktır.”[12] ayetleri ne peygamber ne veli ne de şehit istisnası yapmamasına ve yaşadığımız dünyadaki olayların gidişatına (tecrube) ve bedihi aklın hükmüne bakıldığında bunun böyle olduğu sarahaten ortaya çıkacaktır. Şehitlerin diriliği hakkında bize fikir verebilecek bir hadis bulunmaktadır. Allah Rasulu şöyle buyuruyor: “ Şehitlerin ruhları cennetteki yeşil kuşların karınlarındadır. O kuşların arşa asılı kandilleri bulunmaktadır. Cennette diledikleri yere gidebilirler ve sonra yine o kandillere dönerler.”[13]  Bu hadisten anlaşıldığına göre şehitlerin bazı çevreler tarafından iddia edildiği gibi dünya hayatının gidişatına müdahale eden bir yapıları bulunmamaktadır. Dirilikleri cennette oluşlarındandır. Ayetlerde bahsedilen savaşlardaki yardım eden manevi güçler ise Allah’ın melekleridir. Allah’ın melekleri ise hiçbir kimsenin kendilerine dua etmeleriyle harekete geçmezler. Onlar sadece Allah’a itaat eden ve onun emirlerine asla isyan etmeyen varlıklardır.
“Hatırla ki siz rabbinizden (Bedir savaşı esnasında) yardım diliyordunuz da o duanızı kabul etmiş ve “Ben size arka arkaya gelen 1000 melekle yardım edeceğim.” demişti.”[14]
“Melekler Allah’ın hiçbir emrine karşı gelmezler ve emrolundukları şeyi hemen yaparlar.”[15]
 Fakat şehitte olsa bu sayede diri oldukları kabul edilse dahi bu dirilikleri Allah’ın kullarının kendilerinden yardım istemek için onlara seslenmelerini, onlara yalvarıp yakarmalarını meşrulaştırmaz. Halbuki “Kabirdekilerden yardım isteyiniz!” sözüyle bizden ölülerden yardım talep etmemizi bekleyenler şehit olsun olmasın “evliya” olduğu sanılan her bir kişinin şehitlerden daha üstün olmaları beklentisiyle onlara seslenmenin karşılıksız kalmayacağını ileri sürüyorlar. Bu ise aynı zamanda bir ibadet olan “dua”nın Allah’tan başkasına yapılması oluyor. Allah’ın “dualara icabet eden olması” sıfatını Allah’tan başkalarında görmek ise kişiyi hak din İslam’ın getirdiği açık ve net / aracılığı reddeden tevhid inancından uzaklaştıracağında şüphe yoktur. Allah’ı zatında sıfat ve isimlerinde tevhid etmek Kitap, Sünnet, akıl ve tecrubeyle sabit olan bir hakikat iken, Allah ile kullar arasına aracılar edinmek ve duaları onlara yapmak ise hurafenin batıl ve merdut inançların başını çekmektedir.
Gelelim peygamberlerin dirilikleri iddiasına..
Hz. Muhammed ve Allah’ın diğer elçilerinin ölmediklerini söylemek ne ayetlerle ne de hadislerle bağdaşan bir düşünce değildir. Allah’ın elçileri bu tür düşüncelere sahip olunmakla yüceltilmiş olmazlar. Onlar kendilerinin beşer olduklarını söylemekten hiçbir zaman hicap duymamışlar ve her zaman yeri geldikçe bu hakikati vurgulamışlardır. Kuran’da buna dair birçok örnekler vardır:
“De ki ben ancak sizin gibi bir beşerim.”[16]
“Muhammed ancak bir elçidir. Ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o ölse ya da öldürülse siz ökçeleriniz üzerine geri mi döneceksiniz!?”[17]
“Ey Muhammed! Şüphesiz sen de o müşrikler de öleceksiniz! Sonra hepiniz kıyamet günü rabbinizin huzurunda muhakeme edileceksiniz.”[18]
“Hz. İsa (a.s.) diyecek ki: “Ben onların aralarındayken onlara şahittim. Ne zaman ki beni vefat ettirdin onların görüp gözeteni sen oldun sen muhakkak her şeye şahitsin.”[19]
Bunun siyerdeki delilleri de bilinmeyen şeyler değildir. Allah’ın elçisi vefat ettiğinde insanlar buna inanmak istememişlerdi. Hz. Ömer “Muhammed öldü” diyeni öldüreceğini ilan etmekteydi. Bu esnada Ebubekir (r.a.) Allah Rasulu’nun evinden çıkıp “Biliniz ki her kim Muhammed’e tapıyorsa o artık ölmüştür. Her kim de Allah’a inanıyorsa o diridir ölmez.” Buyurdu ve arkasından da “Muhammed ancak bir elçidir. Ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o ölse ya da öldürülse siz ökçeleriniz üzerine geri mi döneceksiniz!?” ayetini[20] okudu. Bu olaydan sonra Ömer (r.a.) şöyle demiştir: “O gün benim için o ayetler sanki yeni inmiş gibiydi.”[21]
Elbette Allah’ın elçisi gibi bir insanın bir dostun dünyadan ayrılışını kabul etmek kolay değildi. Fakat ölüm her beşer için bir hayat gerçeği olarak ezelde tayin edilmiş bir yazgıdır. “Her beşer ölümü tadıcıdır”[22] ayeti ya da “De ki: Kaçtığınız ölüm sizi muhakkak yakalayacaktır”[23] ayetleri bu hakikati dile getirmektedir. Peygamberler ya da diğerleri ölmüşlerdir. Fakat elbette ki bizim bilmediğimiz bir şekilde “anlamadığımız/ vakıf olamadığımız” bir başka boyutta hayatları olabilir. Fakat bu onların biyolojik olarak ölmüş oldukları gerçeğini değiştirmez.
Sonra Allah’ın elçisi (s.a.v.) iddia edildiği gibi diri olsaydı kendisinden istekte bulunanların isteklerini duyabilseydi ve onlara yardım edebilseydi bunu yapmaz mıydı? En yakın arkadaşları bir konuda aylarca yıllarca ihtilafa düştükleri halde neden mezarında diri(!) olan Allah’ın elçisine başvurmamışlardı!? En yakın misal olarak Kuran’ın cemi konusunda Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ile yaşadıkları ihtilafı neden mezardaki diri olan (!) Allah’ın elçisine arz etmemişti!?  Hz. Ali Hz. Ebu Bekir’e darılan ve dargın olarak vefat ettiği bilinen Hz. Fatıma’nın miras talebini Allah elçisine refedip  yetkilileri uyarması için neden kayın pederi olan Rasulullah’tan yardım istememiştir!? Buna daha nice misaller ve deliller getirmek mümkün değil midir? “Harre vakası”[24] ya da Haccac b. Yusuf tarafından Kabe’nin yıkılıp yakılması Rasulullah’ın kabrinden kaç km. ötede olmuştu ki? Neden Allah’ın elçisi yaşadığı halde bu konularda ümmetine yol göstermemiştir? Çünkü hak olan tasavvuf çevrelerinin iddia ettikleri gibi değildir. Doğru olan Allah’ın elçisinin de bir beşer olarak tüm insanların maruz kaldığı/kalacağı sona maruz kalmış olduğudur. Kuran’daki ayetler bunu çok açık bir biçimde söylerken Kuran’a asla iltifat etmeyen ve sadece gürültülü sesler çıkararak hakikatin önünü kesmeye çalışanlar Hıristiyan’ların düştüğü ifrat çukurunun kenarında gezmekte olduklarını bilmelidirler.
İşte hakikat denen şey böyledir. Açıktır, nettir, sarihtir ve güçlüdür. Batılda onun karşısında o kadar güçsüz ve acizdir. “Güneşin çıkması ise karanlığın kaybolması için kâfidir.”
Bu söz[25] Kitap ve Sünnet’in getirmiş olduğu “İbadetin yalnızca Allah’a yapılması” ve “Allah’a ortak koşmamak” ilkelerine de zıt düşmektedir. Çünkü Allah’tan başkasından yalvarılarak/ dua edilerek bir şeyler istemek /beklemek tamamen yasaklanmış bir ibadet biçimidir.
İBADETİN ANLAMI VE KAPSAMI
İbadet sözlükte “kul/köle olmak” ; “boyun eğmek” ; “itaat etmek” anlamlarına gelir. Istılahta ise “Yüce Allah’a karşı kulları tarafından gösterilen saygı, sevgi, kulluk, itaat, emir ve yasaklarına boyun eğiş, tevekkül, dua, istiane (yardım istemek), istiğase (imdat/acil yardım dilemek), istiaze (sığınma talep etmek) vb. kalbi yada ameli hallerdir.”
Demek ki dua etmek bir ibadet biçimidir. Şimdi delillerimize geçelim:
“DUA ETMEK” İBADETTİR.
 Allah Teala: “Bana dua edin icabet edeyim. Muhakkak ki bana ibadetten büyüklenenler cehenneme aşağılanmış bir şekilde girerler.”[26] buyurmaktadır. Bu ayet duanın bir ibadet biçimi olduğunu açıkça söylemektedir. Bunun yanında Allah’ın elçisi (s.a.v.): “Dua ibadetin özüdür.”[27] buyurmuştur. Dua ibadet olduğu içindir ki Allah Teala onun bir başkasına da yapılmasını şirk olarak nitelendirmiş ve bunu kesin bir şekilde yasaklamıştır.
“De ki : “Ben ancak Rabbime dua ederim. Ona asla hiçbir kimseyi ortak koşmam.”[28]
“De ki: “Benim salatım (namazım ve duam), ibadet ve kurbanım (nüsük), yaşamım ve ölümüm alemlerin rabbi Allah içindir. Onun hiçbir ortağı yoktur.”[29]
“Mescitler ancak Allah’a aittir. Sakın (oralarda) Allah ile birlikte başka hiçbir ilaha da dua etmeyesiniz!”[30]
Bu ayetlerden her ne surette olursa olsun Allah’tan başka bir varlığa dua edilmemesi gerektiğini öğrendiğimiz gibi kendilerine “dua edilenlerin” dua edenler tarafından ilah kılındıklarını da anlamış oluyoruz. İşte bu durum Kuran ayetlerince şirk olarak değerlendirilmektedir. Çünkü Allah’tan başka hak ve gerçek ilah bulunmamaktadır. İbadet ve duanın asıl sahibi yüce Allah’tır. İbadet sayılan işlerden birini Allah’ın dışında bir başka varlığa da sunmak ise “Allah’a ibadette ortak koşmak” olarak açıklanan “şirk” kapsamına dâhildir.
SONUÇ :
Allah rasulu (s.a.v.)’in İslam inanç ve amel hayatına tevhid inancını temelinden sarsacak bir uygulamayı emretmesi düşünülemez. Allah rasulu (a.s.) dinde çelişki meydana getirecek şeyler söylemekten uzaktır. O, insanların içinde tevhit davası uğruna bütün ömrünü feda eden yegâne şahsiyettir. Böyle bir şahsiyetin kendi getirdiği ve uğrunda savaştığı tevhit ilkesini bozacak bir takım emirler ve tavsiyeler verdiğini düşünmek akıl, mantık ve şuur dışıdır. Konumuz olan rivayet, başta belirttiğimiz gibi hem senet hem metin bakımından tezkiyesi mümkün olmayan mevzu bir hadistir. Uydurma olduğundan asla şüphe duyulmamalıdır. Ne bir isnada sahiptir ne de hadis kitaplarından birinde bile geçmektedir. Buna rağmen bu mevzu rivayete dayanarak inanç ve itikat oluşturmaya çalışanlar halkımızı bu yönde bir dindarlık göstermeye teşvik edenlerin gayeleri eğer hak dine zarar vermek değilse yaptıklarının derin bir cehalet eseri olduğunda kuşku yoktur.
Biz bu rivayeti antik çağlardaki ilkel inanışların İslam dinine karşı yaptığı bir direniş hareketinin bir parçası olarak ta görebiliriz. Bu direnişe bağlı olarak hurafenin dirilişi, batıl inanç istilası, yalan ve efsane rivayet bataklığı ümmetin önündeki en korkunç tehlikelerdir. Genelde İlmin, özelde ise Hadis Usulu’nun yoldaki işaretleri ise ümmete cennet yolunda rehberlik etmeye devam edecektir. Son olarak bu rivayet hakkında İbni Teymiye’nin fetvasına işaret ederek konuyu sonlandırmak istiyorum:
“Bu söz Allah’ın elçisinin hadislerini bilenlerin yanında O’na iftira edilen bir yalandan başka bir şey değildir. Alimlerden hiç biri onu rivayet etmemiştir. İtibar edilen sahih hadis kitaplarından hiçbirinde de bulunmamaktadır.”[31]






[1] İsmail b. Muhammed. El Acluni (ö.1730)
[2] Keşful Hafa ve Müzilül İlbas; 1cilt, s.85 no:213
[3] Şeyhulislam Ahmet b. Kemal (ö. 1533)
[4] Er-risale fi şerhi ehadisil erbain s.62; İbni Kemal; v.360  Süleymaniye Kütüphanesi, Esat Efendi, no:1694 
[5] Buhari, Cuma,
[6] Mecmuul Fetava; c. 3, s.356
[7] Ruhul Furkan Tefsiri c.2 s. 82; Ahmet Mahmut Ünlü, “Tarikatı Aliye’de Rabıtayı Celile” s. 40 (Kabir yanında rabıta)
[8] Fatır, 22
[9] Buhari, Cenaiz, 87
[10] Zümer 30
[11] Enbiya 34
[12]Ali İmran 185; Enbiya 35; Ankebut 57
[13] Müslim,  1887
[14] Enfal 9
[15] Talak  6
[16] Kehf 110; Fussilet 6
[17] Ali İmran 144
[18] Zümer 30,31
[19] Maide 117
[20] Ali İmran 144
[21] Buhari, 4452
[22] Ali İmran 185; Enbiya 35; Ankebut 57
[23] Cuma 8
[24]Hicri 63 zilhicce 27; Miladi 683  
[25] İşlerinizde hayrete şaşkınlığa düştüğünüzde (sıkıntı ile karşılaştığınızda) kabirdeki (ölülerden) yardım isteyiniz.”
[26] Gafir 60
[27] Tirmizi, Deavat, 3371
[28] Cin 20
[29] Enam 162
[30] Cin 18
[31] Mecmuul Fetava; c. 3, s.356

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder