19 Kasım 2016 Cumartesi

SENET VE METİN BAKIMINDAN ‘ÖLÜLERİNİZE YASİN SURESİNİ OKUYUNUZ!’ RİVAYETİ

 

ÖLÜLER İÇİN KURAN TİLAVETİNİN ŞER’İ HÜKMÜ BAĞLAMINDA:

SENET VE METİN BAKIMINDAN

‘ÖLÜLERİNİZE YASİN SURESİNİ OKUYUNUZ!’[1]         RİVAYETİ

Ercan Çaylar


“Ey Müslüman!  Senin hayat nizamın olan ve sana hayat vermek üzere indirilen Kuran ile daha tanışmamışsın bile! Ondan ve onun yasalarından henüz haberin bile yok! Belki de onunla ölüm döşeğinde tanışacaksın. Ne hazin ki sana kuvvet ve hayat bahşetmek için indirilen Kuran o gün sana kolay ölesin diye okunuyor olacak.”                                                   
                                                                                     Muhammed İkbal

GİRİŞ:

Kuran’ın ölülere okunması meselesi  Müslümanların hayatlarında ve dini düşünce sistemlerinde ciddi problemlere sebep olan bir konudur. Çünkü Müslüman halkların büyük bir bölümü Kuran’ın bir hayat kitabı olduğu gerçeğini önemsememekte ve onu sadece ölüler arkasından okunacak ya da okutulacak bir kitap durumuna getirmiş bulunmaktadırlar. Hatta acı ama gerçek ülkemiz insanların birçoğu okunan Kuran’ın bir anlamının olduğundan bile habersizdir. Kuran’ı ölülere okunacak lahuti bir kitap sanmaktadırlar. Yine Müslümanların birçoğu Kuran’ı bir hayat kitabı olarak görmemekte ve onu sadece sevap için okunacak bir dualar mecmuası zannetmektedir. Halkın anlayışına göre Kuran; muskalara yazılan, hocaların hastalara üfledikleri, özel mahfazalarda saklanan, esrarengiz ve gizemli kutsal bir metindir. Halk onu ölüler için indirilmişcesine kabirler üzerine okumakta ya da okutturmaktadır. Sözü burada Pakistanlı alim Mevdudi’ye bırakalım ve bu durumun serencamını onun kaleminden takip edelim:
 “ Kuran insanlara onu okumaları, anlamaları, ona göre hareket etmeleri ve onun yardımıyla Allah’ın dünyasında O’nun kurallarını yerleştirmeleri için gönderildi. Ve tarih gösterdi ki ne zaman onun gösterdiği şekilde davrandılarsa dünyanın lideri oldular.
Fakat bugün Kuran’ın pek çok Müslüman için yararlı olmayışının nedenleri, onu cinleri ve hayaletleri uzaklaştırmak için evlerinde tutmaları, muskalar içine yazıp boyunlarına asmaları ya da bu muskaları ıslatıp suyunu içmeleri ya da anlamını kavramadan bir ücret almayı bekleyerek okumalarıdır. Onlar artık Kurandan hayatları için bir öncülük yapmasını beklemiyorlar. İnançlarının ahlaklarının uygulamalarının ve davranış biçimlerinin nasıl olması gerektiğini, dost ve düşmanla olan ilişkilerde hangi ölçülerin gözetilmesi gerektiğini, kendilerinin ve çevresindeki insanların haklarının neler olduğunu öğrenmek için Kuran’a danışmıyorlar artık. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu, kime itaat edip kime etmeyeceklerini, dostların ve düşmanların kimler olduğunu, saygının iyilik ve faydanın nerede, utanmak gereken şeylerinin yahut eksiklik ve kayıp sayılması gereken şeylerin nerede olduğunu ona sormuyorlar. Biz Müslümanlar bu önemli şeylerin cevabını Kuran’da aramaktan vazgeçtik artık. Onun yerine kafirlere, müşriklere, yanlış yollara sapmış bencil insanlara, hatta kendi hevamıza soruyor ve onlar ne derse onu yapıyoruz (Ama Kurana sormuyoruz). Allah’ı önemsemeyen ve diğerlerinin öğütlerini tutanlara ne olduysa bizlere de o oldu. Şimdi dünyanın her yerinde kendi ektiklerimizin cezasını devşiriyoruz. Filistin’de, Orta Doğu’da Pakistan’da Endonezya’da ve daha pek çok başka yerde.

              Kuran bütün iyiliklerin kaynağıdır. İstediğiniz her şeyi istediğiniz kadar verir. Eğer onu cinleri ve hayaletleri korkutup kaçırmak, hastalıkları tedavi etmek, davanızda başarılı olmak ya da bir iş bulmak gibi basit ve sıradan işler için elinize alırsanız istediklerinizi elde edersiniz fakat sadece onları… Eğer bu dünyada üstünlük ve dünyayı yönetme gücü isterseniz onu da elde edersiniz. Ama eğer elde ettiğiniz okyanustan bir damlaysa Kuran’ı değil kendinizi suçlamalısınız. Okyanus orada kendinden faydalanmasını bilenleri bekliyor.
…Söyleyin bana, bir doktor reçetesini yakasına iğneleyen ya da bir bardak suda ıslattıktan sonra o suyu içen birine rastlarsanız o kişiye ne dersiniz? Onun o haline gülüp onun bir aptal olduğunu düşünmez misiz? Tüm hastalıklarınızın tedavisi bulunan ve doktorların en büyüğü tarafından sizdeki hastalıkları iyileştirmek için size sunulan eşsiz reçete olan Kuran’a bu muameleler yapıldığında ise kimse bunun biraz öncekinin aynısı olduğunu düşünmüyor. Kimse böyle bir reçetenin boyna asılmayacağını veya sözlerinin su da ıslatılıp içilmeyeceğini düşünmüyor.
Söyleyin bana, bir tıp kitabını alıp iyileşeceğine inanarak onu okumaya başlayan hasta bir insan hakkında ne düşünürsünüz? Ona şaşkın demez misiniz? İşte biz de en yüce iyileştiricinin bütün hastalıklara şifa olarak gönderdiği Kitabı aynı şekilde okuyoruz. Gösterdiği yolu izlemeden; zararlı olduğunu söylediği şeylerden kaçınmadan sadece sayfalarını şöyle bir okumakla hastalıklardan kurtulacağımızı sanıyoruz. Böyle yaparak o tıp kitabını iyileşeceğini sanarak okuyan kişinin durumuna düşmüş olmuyor muyuz?
Bilmediğiniz bir dilde yazılmış bir iş mektubu alsanız, içinde ne yazdığını öğrenmek için o dili bilen birine gidersiniz. Size önemli bir maddi fayda sağlamayacak olsa bile o mektupta ne yazdığını öğreninceye kadar huzursuz olursunuz. Oysa size âlemlerin rabbi tarafından gönderilen, bu dünyanın ve öteki dünyanın bütün faydalı işlerini size sunan bir mektubu bir köşeye atmış durumdasınız. Onun size ne anlattığını anlamamış olmaktan dolayı da bir rahatsızlık duymuyorsunuz. Bu şaşırtıcı değil mi?
…“Kuran’ı size mutsuz olmanız için göndermedik” (Taha;1,2)
Tam tersine Kuran mutlulukların ve başarıların kaynağıdır. Allah’ın kelamını anlayan bir toplumun utanç ve yenilgi içinde olmasına ve itilip kakılmasına, adeta boynuna bir halka takılmış hayvan gibi yönetilmesine imkan yoktur. İnsanlar böyle bir akıbetle ancak Allah’ın kelamına karşı geldiklerinde karşılaşırlar… Eğer bir toplum Allah’ın kitabına sahipse ve hala utanç ve yenilgi içerisinde yaşıyorsa Mutlaka Allah’ın sözlerine haksızlık ettiği için cezalandırılıyordur. Kendinizi Allah’ın gazabından kurtarmanın tek yolu bu büyük günahtan dönüp O’nun Kitabına hak ettiği değeri vermeye çalışmanızdır. Bunu yapana kadar durumunuz asla değişmeyecektir.”[2]

Bu tespitlerinde üstada hak vermemek mümkün değildir. Gerçekten Kuran’ı başından sonuna kadar okuduğunuzda bir ayetinde dahi ölülere hitap edildiğine rastlamayacaksınız. Tamamen dirilere, yaşayanlara hitap edildiğini göreceksiniz. Müslümanların düşünsel sefalete düştükleri günlere kadar Kuran hep dirilerin kitabı idi. O hep dirilerin üzerlerine, zihinlerine akıllarına okunuyordu. Bugün ise o şehirlerden, medeniyetten ve gerçek hayattan uzaklaştırılarak  kabristanlara hapsedilmiş durumdadır. Halbuki bu kesinlikle akılla, fikirle ve hatta iyi niyetle açıklanabilecek bir tutum değildir. Fikir dünyamızın gözdelerinden Prof. Dr. Seyyit Kutup’ta bu konuda şunları söylüyor:
“Bu Kuran, sadece okunaduran bir söz değildir. O, kapsamlı bir anayasadır. O, hem eğitim anayasasıdır, hem de pratik bir hayatın anayasasıdır… Öyleyse bu Kuran’ın okunması gerekir. Geçmiş Müslüman kuşaklardan bilinçlice öğrenilmesi gerekir. Ve düşünmek gerekir ki bu Kuran’ın buyrukları, tüm canlılığıyla ayaktadır. Bugünün sorunlarını çözmek için bugün inmiş gibi ileriyi aydınlatan bir kitap olarak… Yani sadece tecvitle okunan güzel bir söz olarak değil… Yahut geçmişte kalıp hayata tekrar dönüş yapması imkansız bir araştırma vesikası olarak ta değil. Bu Kuran’ı, pratik hayatımızın hem şimdiki, hem de ilerideki sorunlarına çözüm bulmak maksadıyla okumazsak, ondan kesinlikle yararlanamayız. Tıpkı Kuran’ın buyruklarına; pratik hayatına uygulamak üzere anında başvuran ilk Müslüman cemaat gibi… Dünkü ilk İslam cemaati Kuranı Kerime nasıl muhtaç idiyse bugünkü İslam ümmeti de gerek mücadelesinde ve gerekse savunmasında aynı ilahi direktiflere gene muhtaçtır. Sağlıklı bir düşünceye dayanıp insan ve kainata ilişkin tutumu kavrama konusunda da Kuran’ın emir ve direktiflerine muhtaçtır. Çünkü bu ümmet tüm açıklığıyla yolunun işaretlerini ancak Kuran’da bulabilir. Şu halde Kuranı kerim, bu ümmetin hayatına hükmeden kitap olmaya devam etmektedir. Bu ümmetin pratik hayatında ki gerçek rehberi odur. Hayat sistemi, toplum düzeni ve her konudaki bakış açısına dayanak olan mükemmel ve kapsamlı anayasa odur. Seçkin sahabe neslini ve onları yöneten önderliği ortaya çıkaran bu ilahi metot, aynı nitelikte başka nesil ve öndelikler yetiştirmeye de kabildir. Sonsuza değin sürecek olan bir gerçektir bu. Tabi ki eğer İslam ümmeti bu kaynağa yönelirse; bu Kuran’a gerçekten inanıp onu sadece kulağa hoş gelen nameli kelimeler olmaktan kurtardıktan sonra hayatın rehber ve metodu haline getirirse bu nesiller yetişecektir…. O, hiç kuşkusuz Allahın insana hitabıdır. Yüce ve tükenmez bir rahmetle insana hitabıdır. Diyor ki insanlara: “ şunu alın, şunu da bırakın. Benim yolum işte şudur. Onu izleyin. Adımlarınız mı gevşedi, işte ipim, ona sarılın. Yanılgıya düşüp günah mı işlediniz, işte kapım şuracıkta açık bulunmaktadır. Gelin! Uzaklara kaçmadan ve her şeyi kuşatan rahmetimden umut kesmeden gelin. Sen ey filanca; sen bizzat şöyle dedin, ama yanlış. Sen şöyle niyet ettin; ama o günahtır. Sen şunu işledin, ama yanlış yaptın. Şimdi buraya huzuruma gel! Temizlenip tövbe et! Tekrar benim himayeme dön! Ve sen ey filan! Sen bizzat seni düşündüren işinin çözümü şudur. Kafanı meşgul eden sorunun cevabı şudur. İşlediğin amelin ölçüsü şudur.
              Kuran’ı kerim, ilahi bir okuldur. Çünkü kalpleri yaratanın ve her şeyi bir ölçüyle var edenin yapısıdır. Duaları kabul gören başarılı davetçiler, bu okulun mezunudur. Gönüllerini, hiçbir gaileye fırsat vermeden, hiçbir engel tanımadan yani can veya mal derdine düşmeden kötü düşünce ve vesveselere kapılmadan, Allah’ın davasına adayan kimselerin çıktığı bir okuldur O. Ve o, gönülleri dünyada yaşıyorken bile rabbanileştiren bir hakikattir. Çünkü dünyada yaşıyor bile olsa bu gönüllerin ölçüsü Allah’ın koyduğu ölçüdür. Övünç duyulup peşinden koşulan değerler söz konusu ölçülerden çıkmış değerlerdir.
Bu Kuran hiç şüphesiz bir furkandır. Hak ve batılı, hidayet ve dalaleti, farklı hayat sistemlerini ve insanlığın farklı dönemlerini birbirinden ayıran bir furkan… Kuran’ın tüm hayata uygulanmak üzere getirdiği sistemin müşahhas varlığı hem ruhun derinliklerinde hem de pratik alemde kendisini göstermektedir. Bu sistem insanlığın tanıdığı hiçbir hayat düzenine benzemeyen eşsiz bir sistemdir. İnsanlığın duygu ve yaşamında yeni bir dönem başlatan sistemdir: “ Alemlere bir uyarıcı olmak üzere kulu (Muhammed’e) furkanı indiren Allah’ın şanı yücedir.” (el-Furkan,1)
Bu Kuran müslümanın akide ve ahlakını, düşünce ve duygularını, yönetim biçimi ve öğretilerini inşa eden bir kitaptır. Müslüman cemaate düşmanlarının özellik ve yöntemlerini öğreten, düşmanın hile ve oyunlarına karşı uyaran; huzurlu bir gönülle apaçık gözlerle, zengin deneyimlerle savaş ve düşmanın niteliğine ilişkin bilgiyle hedefe yönelten bir kitaptır. Kuran’da her şey vardır. Hem bugün hem de yarın için her şey vardır. Tüm cephelere koşturan kitaptır O. Duygu ve düşünce cephesindeki savaşa koşturan da bu kitaptır. Düşünce cephesinde o; yeni bir akideyi Allah’ın tanıma bilgisini ve yeni bir hayat görüşünü inşa ediyor. Yeni değer yargılarını ve yeni ölçüleri ortaya çıkarıyor. Cemaatin fıtratını cahili kalıntılardan arındırıyor. Topluma ve kişilerin içine sızan cahili görüntülerden kurtarıyor. Bu tertemiz ve kurtulmuş bünyeleri yeni ve aydınlık dolu İslami görüntülerle süslüyor…
 Görüyoruz ki bu Kuran müminlere sadece ibadet ve alametleri öğretmiyor. Veya sadece ahlak ve adap öğretmiyor. Yani kimi insanın iddiasını yaptığı bu zavallı düşünce doğru değildir. Çünkü Kuran hayatın tümünü ele alıyor. İnsanların olağan günlük hayatlarında karşılaştıkları her şeyi ele alıyor. Bundan dolayı kuranı kerim Müslüman birey veya toplumun tüm hayatını kendi metoduna uydurmaktan başka hiçbir çözüm kabul etmez. Tüm hayatın kurani metoda dayanması bir zorunluluktur. Aksi taktirde ne imandan ne de İslam’dan söz edilebilir.
Bu Kuran ruhları ve akılları eğitmek için gelmiştir. Çünkü o cemaate hem kendi hakikatini hem gerçek görevini hem yolunun özelliğini hem de İslam düşmanlarının bu yolda kurdukları tuzak ve engelleri, diken ve çakılları öğreten bir kitaptır. Kuranı kerim bu ümmetin öğretmeni, mürşidi, önderi ve yol boyunca hep yanında bulunan rehberidir. Düşmanlarının durum ve karakterlerini bildirip açıklayan bir kitaptır.
Eğer bu ümmet Kuran’ına danışıp direktiflerini dinleyerek ilke ve kanunlarını hayatına uygulasaydı düşmanları bir tek gün bile ona zarar veremezdi. Ama bu ümmet ne zaman ki Rabbine verdiği sözünden cayıp Kuranı Kerim’den uzaklaştı ve başına bunca musibet geldi. Kuranı Kerim musiki terennümlere, efsunlamaya ve sadece dua edip kalmaya dönüştüğü zaman bu ümmette belalara uğradı. Sonunda bu ümmet kurandan gafil kalarak yanlış yollara saptı. Böylece beşer önderliğini de elden kaçırıp insanlık kafilesinin en geri uçlarında yerini buldu. Öyleyse biz yüce Allah’ın  şöylece vasfettiği Kuran’a dönmek zorundayız: “Muhakkak ki size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir. Allah onunla kendi rızasına uyan kimselere selamet yollarını gösterip onları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru bir yola yöneltir…
Bu Kuran bir ümmet meydana getirip bir devlet kurmak bir toplum yönetip ruh ahlak ve akılları eğitmek için Hz. Peygamber s.a.v. in kalbine inmiştir. İslam ümmeti hayat ve hareket tarzını tüm insanlara ilişkin tavır ve bakışını Kuranı Kerimin direktif ve emirlerine göre belirlemek zorundadır. Kuranı bu maksatla okumak zorundadır. Kuran bu ümmetin mürşidi hareket kaynağı ve yön verenidir. Bundan dolayı bu ümmet hiç yenilmez hep galip gelir. Çünkü düşmanlarıyla girdiği savaşta doğrudan doğruya rabbani önderliğin emri altındadır. Rabbani önderliğin emir ve direktifleri sonsuza kadar var olacaktır.
Öyleyse bugün veya yarın İslam davasını yüklenen kimseler kuranın direktif ve beyanlarını uygulamak durumundadırlar. Tıpkı şu anda Kuran kendileriyle konuşuyor gibi… Bundan dolayı Kuran’ın gölgesinde yaşamak zorundayız. Kuran’ın gölgesinde yaşamak onu sadece inceleyip okumak veya sadece içindeki ilimlere vakıf olmak demek değildir. Çünkü bu şekilde Kuranın gölgesinde yaşanmaz. Kurani ortamdaki hayat insanın- Kuranın aynen indiği gün gibi- gölgesinde ortamında ve hareketinde yaşaması demektir. Zorluk mücadele ve görev dolu bir hayata atılmak demektir. Yani tüm yeryüzüne yayılmış cahiliyeye karşı koyarak kalbiyle, aklı ve hareketiyle Kuranı yaşamak demektir. Kişinin İslam’ı hem kendi nefsinde hem de insanların nefsinde; hem kendi hayatında hem de insanların hayatında yaşatması demektir. Cahili her tür düşünce, gelenek, ilgi alanı ve pratiğe cahiliyenin tüm baskı ve savaşlarına İslam akidesine ve hayat sistemine karşı gösterdiği tüm tepkilere karşı koymak demektir. Cahiliyenin rabbani kaynaktan çıkan rabbani İslam akidesine açtığı savaşta direnmek, mücadele ve cihat etmek demektir. İşte insanın, Kuranın tadına varabileceği Kurani ortamdaki hayatı yaşamanın yolu budur. Çünkü Kuran böyle bir ortamda inmiş ve böyle şartlarda işlemiştir. Böyle bir ortamda yaşamayan kimseler Kuranı inceleme araştırma okuma ve ilmi etüdüne dalmış olsalar bile ondan kopukturlar.”[3]


Bütün bu ifadeler Kuran’ın diriler için indirilmiş olduğu gerçeğini teyid etmektedir.  Yaşayan insanlara bir uyarı olduğu gerçeğine rağmen Kuran’ın ölüler için okunması neredeyse yüzyıllardır kanıksanmış bir gelenek olarak varlığını sürdürmektedir. Bu gelenek gücünü bazı hadis kitaplarında geçen “Ölülerinize yasin okuyunuz!” rivayetinden almaktadır. O zaman bütün bu vakıaya temel teşkil eden bu rivayeti incelenebilecek her bakımdan inceleyip meseleyi aydınlatmak bizlerin görevidir. Biz bu çalışmamızda bu rivayetin özellikle mana açısından sıhhati üzerinde duracağız.
Meseleyi en doğru biçimde ele almak bakımından konuyu şu yönlerden incelememiz gerekmektedir:



1-    Kuran’ın gönderiliş amacı;
2-    Peygamber (s.a.v.) nın uygulamaları;
3-    Sahabenin uygulamaları;
4-    Mezheplerin konuyla ilgili görüşleri;
5-    Rivayet hakkında alimlerimiz tarafından yapılan yorumlar
6-    Rivayetin senet bakımından tenkidi.
7-    Sonuç ve değerlendirme

 

 

 

 “O dirileri uyarmak için indirilmiştir.”   (Yasin, 70)

 

 

KURAN’IN GÖNDERİLİŞ AMACI


Kuran’ı Kerim’de Yüce Allah’ın bu ilahi kelamı niçin insanlara indirdiğine dair çok açık ve net defaatle tekrarlanan tatminkar bir bilgi bulmaktayız. Buna göre Kuran şu amaçlar için indirilmiştir:

1-    “Dirileri uyarmak için” (36/70)
2-    “İnsanları en doğru inanç, bilgi ve hayat tarzına ulaştırmak için.” (17/9)
3-    “İman edenlere büyük bir ödül hazırlandığını bildirmek; inkar edenlerin ise yaptıklarını karşılığını bulacaklarını bildirmek için.” (17/9-10)
4-    “İnsanların akıllarını çalıştırmalarını kainat, yaratılış, hayat, memat ve mead vb. konularda düzgün düşünmelerini sağlamak için.”(38/29; 2/242; 12/2)
5-    “İnsanlarda Allah’a karşı bir sorumluluk bilinci uyandırmak; O’nun emir ve yasaklarına uymaları için onlarda bir bilinç aydınlığı meydana getirmek için.” (20/113)
6-    “İnsanların arasında hak ve doğruluk ölçüleri uyarınca hüküm verilmesini sağlamak için.” (4/58;105)
7-    “İnsanlara nasihat, öğüt ve tavsiye içerikli telkinlerde bulunarak yaşadıkları hayatta onlara destek olmak için.” (4/58; 16/90; 24/17; 58/3; 2/231-275)
8-    “İnsanlara maddi manevi , arazi ya da ulvi tüm insani konularda açıklama yapmak, yol göstermek, şifa (çözüm) olmak, içinde bulundukları nimetleri ve konumu hatırlamalarını sağlamak için.” (3/138; 10/57; 11/120)
        Kuran tamamen yaşanılan bir hayata dair, diri akıl ve irade sahibi; tercih yapabilen; iyi ve kötüden her biri önünde açıkça duran insanoğluna indirilmiştir. Alimlerimiz Kuran’ın konularını tasnif ederlerken onun ölülerle ilgili olduğuna dair hiçbir kelime etmemişlerdir. Değerli ilim adamı Osman Keskioğlu[4] Kuran’ın içeriğiyle ilgili olarak şunları aktarmaktadır:

                                  KURAN’IN KONULARI

“Kuranı Kerim insanlara hidayet rehberi olarak indirilen ilahi bir kitaptır. O doğru yolu gösterir ve Hakk’a iletir. Fert ve toplumun saadeti için gerekli hükümleri getirmiş. İnsanlık tarihinin her kısmına temas etmiş, dünya ve ahiret saadeti için ne lazımsa onları bildirmiştir. O insanın maddi ve manevi ihtiyaçlarına cevap vermiştir. İslam dini hayat dinidir, o bakımdan hayat için lazım gelen kaideleri, nizamları koymuş, insan hayatına düzen vermiştir. İman ve iyi amel yollarını çizmiş, güzel ahlak kaidelerini vazetmiştir. İyiliğe sevap, kötülüğe azap vardır. Fazilete bağlı, güzel ahlak sahibi bir toplum meydana getirmek için gereken bütün nizam ve esasları beyan etmiş, sağlam esaslara dayanan, Hakk’a iman yolunu göstermiştir. Bunların başta gelenlerini kaydedelim:
         Her şeyin başı Allah’a imandır. Onun için Kuranı Kerim bir tek Allah’a imana davet eder, inkarcılığı şiddetle reddeder, imanın esaslarını bildirir. Bu dünya hayatından sonra ahiret hayatı için hazırlanmayı, orada herkesin sorguya çekilip hesap vereceğini anlatır. Yüce Allah’ın sıfatları, O’nun azamet ve kudreti, Kuranı kerimin bir çok ayetinde beyan olunur.
           Varlıktaki ince nizama yerde ve göklerde olanlara bakıp onlardan ibret alarak, aklı çalıştırarak Allah’ın büyüklüğünü anlamaya davet eder. Onun verdiği nimetlere şükretmek, nankörlük yapmamak için ona teslim olup İslam dinini kabul etmek kulluk borcudur.
       Kuran en doğru ibadet tarzını gösterir. Allah ile kul arasına başka vasıta koymaz. Fatiha suresinde müminlerin duası şöyledir.     
        
        “Ancak sana kulluk ederiz ve ancak senden yardım dileriz.”
        
              Geçmiş milletlerin inkarcılık, imansızlık yüzünden başlarına gelenleri, yok olup gittiklerini haber vererek bunlardan ibret almak gerektiğini sık sık tekrarlar. Peygamberlerin hak yolundaki mücadelelerini, bilhassa son peygamber Hz. Muhammed a.s. ın müşriklerle münafıklarla ve hele Yahudilerle olan mücadelelerini anlatır. (Kuran’ın yarı kısmı Yahudilerle olan mücadelelerle doludur.)
                  Kuran, batıl inançları, puta tapmayı, hurafeleri ortadan kaldırıp doğru iman yolunu gösterir.
                   Güzel ahlaka sarılmayı, kötülüklerden sakınmayı emreder. İnsanlar arasında tam bir eşitlik sağlanmıştır. İnsanın değeri takva iledir; ırk ve renk ile değildir. Adaleti temin etmiştir. Aile hayatını tanzim etmiştir.
                  İlim ve fenne karşı asla karşı duruş almamış ilmi övmüş, ilk inen ayette oku emri verilmiş, kalem ve öğretmenlikten söz edilmiştir.
                    Kısaca temas ettiğimiz bu esaslar, Kuranı kerimin bir çok ayetindeki açıklamalarının bir özeti sayılabilir. Bütün bunlardan anlaşılan şudur ki Kuranı kerim fazilete dayalı imanlı bir toplum ve üstün ahlaklı insanlardan meydana gelen hayırlı bir ümmet, faziletli bir millet meydana getirmiştir.
                   Mısırlı Muhammed Hudari Tarihu teşriil İslami” adlı eserinde Kuran’ın ahkamına dair olan konuları şöyle sıralar:
1-    Allah Hakları : Allah ile kulları arasındaki münasebeti anlatır. Kulluk yolunu gösterir. Namaz oruç ve malla yapılan zekat ibadeti bu nevidendir.
2-    Kul hakları:   İnsanların birbirlerine karşı olan karşılıklı vazife ve hakları olup onlarda şunlardır:
a-     Dine davet ve Hakk’a irşad;
b-    Aile teşkilatı için nizamlar: evlenme, boşanma, nesep, miras hakları ve saire.
c-     İnsanların hayatta muhtaç oldukları muameleler: alış veriş, ticaret, ve saire.
d-    Toplumun nizamını bozanlara verilecek cezalar: adam öldürme, hırsızlık, zina, iftira cezaları bunları mahkemeler yürütür.

Fransız müsteşriklerden Jules La Beraume tarafından “Koran Analyze” adlı bir eser yazılmıştır ki bunda ayetleri konularına göre sıralamaya çalışmıştır. Bu eser Tafsili “Ayatil Kuranil Hakim” adıyla Arapça olarak da basılmıştır…
     Eser öncelikle 18 bölüme ayrılmıştır:


1-    Tarih
2-    Hz. Muhammed (s.a.v.)
3-    Dini tebliğ
4-    İsrailoğulları
5-    Tevrat
6-    Hrıstiyanlar
7-    Metafizik
8-    Allah’ın birliği ve tevhid
9-    Kur’an
10-               Din
11-               İnançlar
12-               İbadetler
13-               Şeriat
14-               Toplumsal nizam
15-               İlim ve fenler
16-               Ticaret
17-               Ahlak
18-               Kurtuluş



 
Bu 18 bölümdeki bahisler, ayetler, 350 madde halinde ayrı ayrı sıralanmıştır. Bunlar içinde ahlak ile ilgili ayetler en fazla yer tutmaktadır…
Kuran’ın getirdiği yüksek ahlak nizamı arasında en önemli olarak yer alanların bir kısmı şunlardır:
a-     Şefkat,
b-    Merhamet,
c-     Yoksullara yardım,
d-    Yetimleri gözetmek,
e-     İffet ve namus sahibi olmak,
f-      İnsanlarla iyi geçinip güzel münasebet kurmak,
g-     Barışçı olmak,
h-    Emanete riayet etmek,
i-       Sözünde durmak,
j-       Alışverişte dürüstlük,
k-    Hoşgörü sahibi olmak,
l-       Rüşvet ve israftan kaçınmak,
m-  Her türlü lakap takmaktan alay ve iftiradan sakınmak,
n-    Fesatçılık bozgunculuk yapmamak,
o-    Kibirden ve gururdan uzak durmak,
p-    Hileden kaçınmak,
q-    Hulüm ve isyan etmemek,
r-      Hakk’a tabi olup doğruluktan hiç ayrılmamak, kısacası iyi ve güzel ahlaklı olup kötü huylardan sakınmaktır.[5]

              Merhum Keskioğlu’nun sadra şifa bu açıklamalarından sonra Kuran’ın inzal edilişindeki yegane amacın Allah’a bağlı, güzel ve temiz bir toplum meydana getirmek olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Kuran’ın ele aldığı konular bellidir ve bu konular içerisinde ölülere ait bir bölüm vb. bulunmamaktadır.
Kuran’ın genel nitelikli olmasına rağmen ölüleri de kapsayacak nitelikte olan iki duayı bize öğrettiğini söyleyebiliriz. Bunlardan birincisi İbrahim suresinde geçen “ Ey rabbimiz beni ana ve babamı ve bütün mü’minleri hesap günü bağışla!” (14/41) ayeti ile Haşr suresindeki: “Bunların ardından gelenler de "Ey rabbimiz, derler, bizi ve bizden önceki iman etmiş kardeşlerimizi bağış­la; kalplerimizde iman edenlere karşı kötü bir düşünce ve duyguya yer bırak­ma. Rabbimiz! Kuşkusuz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin," (59/9) dualarıdır. Bunları dışında ise ölüleri ilgilendirecek tek bir ayetten dahi sözedilemez. Buna rağmen Kuranı ölüler için okuma konusunda gösterilen tutuculuk, taassup ve ısrar gayet ibret verici bir zihni durgunluğu göstermektedir. Hatta bu işi en başta yapmaması gereken dini bilgiye sahip kişilerin  bu işi dini bir dayanağı varmışcasına ısrarla sürdürmeleri ve dini hayatı bu gibi dinde olmayan şeyler üzerinden yaşatmaya çalışmaları izahı pek zor olan bir durumdur.

               Kuran kendisine en başta sevenlerinin yaptıkları bu haksız muameleyi haketmemektedir. Müslümanların ona karşı tavırları onu ölülerine değil dirilerine okumak ve okutmak olmalıdır. Onu ölülere hırs ve ısrarla okuyanların ise yapmaları gereken davranış Kuranı Allah’ın açıklanmasını istediği gibi açıklamalarıdır. Onu açıklamamak ve onu insanlara daha da anlaşılamayacak bir biçimde sadece okumasıyla yetinmek din adına ortaya çıkarılan en büyük vebaldir. Halbuki Kuran’ı açıklamak, anlatmak, insanlara duyurmak ve onları haberdar kılmak farzdır hatta farzların en büyüğüdür. Onu sadece anlaşılmayacak bir şekilde okuyup insanları cahalete mahkum etmek ve hali hazırdaki cahaleti sürdürmelerine razı olmak asla bu kitabın ve ayetlerin sahibi Allah’ın razı olacağı bir durum değildir. Şimdi bu söylediklerimizi bazı ayetler açıklamalarıyla delillendirelim:

KURAN’A KARŞI MÜ’MİNLERİN GELİŞTİRMELERİ GEREKEN TAVIR ONU AÇIKLAMAK OLMALIDIR


Kuranı Kerimin insanlara açıklanması, duyurulması, anlatılması, Allah’ın onu bilenlere yüklediği bir görevdir. Bu konu da Yüce Allah alimlerden söz aldığını şöyle beyan etmektedir:

“Allah kendilerine kitap verilenlerden (alimler kastediliyor.[6]) “Kitabı mutlaka insanlara anlatacak /açıklayacaksınız ve onu asla saklayıp gizlemeyeceksiniz.” Diyerek söz aldı. Onlar ise Allah’ın bu sözünü arkalarına atarak onunla az bir dünyalık kazandılar.( Kitabı açıklamaktan vazgeçip onu az bir dünyalıkla değiştiler.) Satın aldıkları ne kötüdür. Sakın ha sen bu yaptıkları (yanlışlarıyla) böbürlenip yapmadıklarıyla (olmadıkları hallerle) övülmeyi seven kişilerin azaptan / ilahi cezalandırmadan kurtulacaklarını zannetmeyesin. Onlara acıklı bir azap vardır.” (3/ 187)

Bu ayetten açıkça anlaşıldığına göre Allah Taala alimlerden, bilginlerden, bilenlerden Allah’ın kitabındaki hakikatleri gerçekleri insanlara açıklayacaklarına dair söz almıştır. Ancak özellikle de Yahudi ve Hıristiyan alimler Allah’ın ayetlerini insanlardan gizlemişler; eksik yanlış yorum ve tevillere yönelmişler; siyasi ve maddi açıdan sakıncalı gördükleri ayetleri açıklamamışlardır. Bu ayet Allah’ın son kitabı Kuranı Kerimi açıklamayan, onu insanlara duyurmayan, öğretmeyen buna karşılık din adamlılığı ile dünyevi geçimlerini sağlayan Ümmeti Muhammed’den ulema, hoca ve benzerleri için de geçerlidir.
Hatta böyle kişilerin bu tip durumları  bir ayette “insanları Allah’ın yolundan alıkoymak” olarak  değerlendirilmiştir :

“Onlar Allah’ın ayetleri karşılığında az bir dünyalık aldılar ve insanları Allah’ın yolundan alıkoydular. Onların bu yaptıkları ne kötüdür.” (9/90)

Kuranı kerimde yüce rabbimiz “ayetlerinin bilenler tarafından açıklanma” vazifesinin en önemli ibadet çeşidinden olduğunu beyan etmektedir. Böyle bir ibadeti yapmak ne kadar mühim ise onu terk etmekte o derece çirkindir. Aşağıda ki okuyacağınız ayetlerde hakkı ve gerçekleri insanlardan gizleyen ya da yanlış ve eksik yorumlarla onları aldatanlar, Allah’ın ayetlerini insanlardan gizleyip onlara gerçekleri duyurmayan ve hakkı açıkça söylemeyen kişiler sert bir üslupla tehdit edilmektedir :

“Biz kitapta insanlara ayetlerimizi açıkça anlatmış olduktan sonra indirdiğimiz açık ayetleri ve hidayeti gizleyenlere ; işte onlara Allah lanet eder ve lanet ediciler de lanet eder.” (2/159)

“Allah’ın indirdiği kitabın bir bölümünü gizleyenler ve onu az bir dünyevi karşılık için satanlar/ değişenler yok mu? Onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Allah kıyamet gününde onlarla konuşmayacak ; onları temize çıkarmayacak; onlar için elem verici bir azap olacaktır. Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfiret (af) karşılığında azabı satın almış kişilerdir. Ateşe ne kadar dayanıklı olabilirler ki? Bu azabın sebebi Allah’ın kitabını hak olarak indirmiş olması ve kitap hakkında aykırı görüşlere sapanların derin bir ayrılık içine düşmüş bulunmalarıdır.
(2/174-176 )

Kuran Yolu isimli tefsirde bu ayetler hakkında şu yorumlara yer verilmektedir:
“Bu ayetlerde dini metinleri çıkarları doğrultusunda açıklamak / yorumlamak suretiyle gerçekleri insanlardan saklayan böylece din konusunu kazanç aracı gibi gören bir nevi “din ticareti” yapan her kişi ve topluluğa karşı bir eleştiri söz konusudur.”(Razi)
Allah ayetlerini yalnızca insanlar inançlarını amellerini din ve dünya hayatlarını doğru bilgilere dayandırsınlar; istikamet  üzere olsunlar; kendilerini her türlü yanlış inançtan, kötü davranışlardan korusunlar kısaca dalaletten korunup hidayeti bulsunlar diye indirmiştir. Bu durumda Allah’ın bildirdiği hakikatleri gizlemek onları birer çıkar aracı olarak kullanmak Allah’ın indirdiği ayetleri belirtilen yüce hedeflerinden saptırmak çok ağır bir günahtır. Bu günah karşılığında elde edilen menfaat ne kadar fazla olursa olsun işlenen suçun ağırlığına oranla son derece önemsiz kalacağından ayette bu menfaat için “az bir karşılık “ tabiri kullanılmıştır. Bu suretle kutsal değerleri kullanarak çıkar sağlayanların bu sayede yiyip içtikleri şeyler gerçekte cehennem ateşidir. Allah onları kendisine muhatap olmaya değer bulmayacak, onları arındırmayacak ve sonuçta onları acı bir azaba çarptırarak cezalandıracaktır.”[7]
Kuran’ın ayetlerini insanlardan gizleyenlerin, insanlara Allah’ın ayetlerini açıkça anlatmayanların ne denli büyük bir tehlike ile karşı karşıya oldukları görülmektedir. Bunun vebalini anlayanların bu hallerine son vermeleri, yaptıklarından tevbe etmeleri gerekir. Peki bu tevbe nasıl olmalıdır? Sadece dille yapılacak bir tevbe bu günahtan arınmak için yeterli olacak mıdır ?

“Ancak yaptıklarından tevbe edenler,durumlarını düzelterek Allah’ın ayetlerini açıklayanlar,işte onların tevbesini kabul ederim.Zira ben tevbeleri çok kabul eden ve kullarına karşı çok merhametli olanım.” (2/160)

Demek ki sadece dille tevbe etmek de yetmeyecek ve Allah’ın ayetleri herkese açıklanacak. İşte saklama, gizleme, anlatmayıp gözlerden uzak tutma günahının kefareti budur. O zaman neme lazımcılıktan vazgeçerek, ya da insanların kınamasından korkmayı terk ederek hali hazırdaki durumu düzeltip Allah’ın ayetlerini açıklamak gerekiyor. Bu Allah’ın alimlere, bilenlere ve dinle ilgili işler yapanlara yüklediği bir görevdir. Gizli saklı hiçbir ayet kalmaksızın insanlara Kuran’ı ulaştırmak; insanların arasında Allah’ın kelimesini ve tevhid akidesini yaymak gerekiyor. Böyle olduktan sonra gizleme günahına tevbenin kabul olunacağı beyan ediliyor.





Rasulullah s.a.v. şöyle buyurdu: “Öyle bir zaman olur ki ilim insanlardan alınıp kalkar ve insanlar bu ilimden hiçbir şey bilmez olurlar! Bunun üzerine Ziyad bin Lebid dedi ki ; “Ey Allah’ın elçisi bu nasıl olur! Biz Kuran okuyor ve okumaya da devam edeceğiz. Biz Kuran’ı kadınlarımıza ve çocuklarımıza da okutuyoruz. Elbette onlarda kendi kadınlarına ve çocuklarına da okutacaklardır. Böylece Kuran ta kıyamet gününe kadar okunup duracaktır. Ey Allah’ın elçisi Kuran böyle okunup dururken ilmin kaldırılması nasıl olur?
 Rasulullah buyurdu ki :  “- Ey Ziyad! Ben de seni bu şehrin en anlayışlısı sanırdım. Sen görmez misin ki; Yahudi ve Hrıstiyanlar da Tevrat ve İncil’i okuyup duruyorlar! Peki, güzelce anlayıp gereği ile de amel etmeksizin okumanın onlara bir faydası oluyor mu?”[8]

 

KURAN’IN ÖLÜLERE OKUNMASI MESELESİNDE

ALLAH RASULU (S.A.V.) İN UYGULAMALARI :



             Kendisine atfen “Ölülerinize yasin okuyunuz. Rivayeti bulunan Allah rasulunun uygulamasına gözatmadan bu konunun iyice anlaşılması ve aydınlatıması mümkün değildir. Kuran bizzat kendisine nazil olan 23 yıl boyunca onu okuyan okutan yaşayan ve yaşatan bir şahsiyet olarak kendisi bu hususta nasıl bir tutum sergilemiştir; Bunu kolaylıkla teşhis etmek mümkündür. Çünkü O dünya hayatında bugüne kadar hiç bir kimsenin bilinemediği kadar  hayatı en ince ayrıntısına kadar bilinen biridir. Evet, herkesin mahrem kabul edilebilecek bir hayatı olduğu halde, onun her yer ve zamandaki her türlü davranışı gözler önünde bulunmaktadır. Dinde gizli saklı sırlı bir şeylerin kalmaması için ve yine onun herkes tarafından rahatlıkla örnek alınabilmesi için onun hayatı her yönüyle ortaya konulmuştur. Onun ailevi hayatı bile bu kadar iyi bilinirken cenaze gibi bir çok kişinin şahit olabileceği bir konuda onun sünnetinin neler olduğunun bilinmemesi mümkün değildir. Biz de konumuzla ilgili olarak onun sünnetini öğrenmek için sünnet ve siret  kitaplarına müracaat ettik. Cenaze ahkamıyla ilgili olarak konuyu en detaylı bir biçimde inceleyen İbni Kayyım El cevziyye Zadul Mead isimli hacimli eserinde şunları aktarmaktadır:[9]

  Hz. Peygamber’in cenaze ile ilgili tutumu en mükemmel bir şekilde idi. Onun bu durumdaki tutumu diğer din mensuplarınkinden tamamen farklı idi. Onun bu husustaki sünneti öyle şeyler içermektedir ki bu sayede hem ölüye iyilik yapılmış, ona kabrinde ve diriliş gününde fayda verecek işler yapılmış, hem ölünün ailesi ve yakınlarına iyilikte bulunulmuş hem de hayatta kalan kişi bu hususta Allah’a karşı kulluk görevini en iyi biçimde yerine getirmiş olur. Onun sünneti şöyle idi:
         İlk safhada o, kişiyi hastalığı sırasında ziyaret eder, ona ahireti hatırlatır ve vasiyet yapmasını, tevbe etmesini telkin ederdi. Yanında bulunanlara da hastanın son sözü olması için ona kelimei tevhidi telkin etmelerini emrederdi.[10]
Sonraki safhada ise kıyamete ve yeniden dirilişe inanmayanların yaptıkları gibi yüzlere vurma, elbise yırtma, başları kazıtma, yüksek sesle ağıt yakma, bağıra çağıra ağlama gibi adetleri yasaklardı. O ölüye saygılı davranmayı, sessizce ağlamayı ve yürekten üzülmeyi sünnet kılmıştı. O böyle durumlarda ümmetine Allah’a hamdetmek, istircada bulunmak (انا لله و انا اليه راجعون demek) ve Allah’tan razı olmak yolunu göstermiştir....
        Bir ileri ki safhada ise O ölüye karşı görevini en iyi biçimde yerine getirir, ölüye iyilikte bulunur ve onu en güzel bir biçimde donatıp Allah’a sunar; bunun için Ashabıyla birlikte saf tutarak öncelikle Allah’a hamdederler ve ondan ölüyü bağışlamasını dilerler, kusurlarını örtmesini niyaz ederler, Allah’tan onun için af ve mağfiret isterlerdi. Sonra cenazenin önünde kabre konuncaya kadar yürürler ve definden sonra hep birlikte ayağa kalkarlar ölünün kabri başında ve onun en çok muhtaç olduğu bir zamanda ölü için Allahtan ölüye sebat vermesini isterlerdi. Daha sonraları ise tıpkı hayatta olan birinin dünyadayken arkadaşını ziyaret etmesi gibi ölüyü kabrinde ziyaret eder ona selam verir ve onun affı için Allah’a yalvarırdı...
           Ölüyü hemen donatıp Alla’a sunma yıkama, temizleme, güzel koku sürme ve beyaz kumaşlarla kefenleme hususlarında acele edilip sonra ölünün hemen kendisine getirilmesi ve kendisinin de kalkıp cenaze namazını kıldırması acele ettiği işlerdendi...
            Öldüğü vakit ölünün üzerini örtmek gözlerini yummak yüzünü ve bedenini örtü ile kapamak Hz. Peygamberin adetiydi...
            Ölüyü kefenleme işini üzerine alan kişiye ölünün kefenine önem vermesini ve beyaz kumaşla kefenlenmesini emrederdi. Kefenin pahalı bir kumaştan olmasını ise yasaklamıştı...
             Savaş meydanlarında ölen şehitleri yıkatmazdı... Şehitlerden deri ve madeni eşyaları çıkarttırır ve onları elbiseleriyle gömerdi... 
              Cenaze namazını kıldırması için önüne getirildiğinde ölünün borcunun olup olmadığını sorardı. Borcu yoksa namazını kıldırırdı. Şayet borcu varsa kendisi kılmaz ama ashabının kılmasına izin verirdi... Allah fetihler nasip edip beytulmal (devlet hazinesi) Hz. Peygamber borçlularında namazlarını kılmaya başlamıştır. Bıraktığı  mallar borçlarını karşılamayan ölülerin borçlarını beytul malden öderdi...
                Cenaze namazı kılmaya başlayınca tekbir alır Allah’a hamdedip övgüde bulunurdu... cenaze namazından maksat dua olduğundan hz. Peygamber ölü için çok dualar ederdi ki bunlardan bir çoğu bize nakledilmiş bulunmaktadır.[11]
                 Uzakta bununan bir kimsenin cenaze namazını kılmak hakkında mezhepler arasında bazı görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Hanefiler ve malikiler bunu sünnet görmemektedirler. Hanbelilerce meşhur olan görüş ise her halukarda uzakta bulunanın cenazesinin kılınabilineceğidir.[12] 

                     Ölüyü güneş doğarken, batarken ve tam tepedeyken defnetmezdi. Kabrin kıble tarafına bir yarık oymak kabri derinleştirmek sünnetiydi. Nakledildiğine göre ölüyü kabre koyarken (بسم الله و بالله و على ملة رسول الله)
Veya بسم الله  وفي سبيل الله  و على ملة رسول الله)) derdi.
              
                 Ölünün defni bittikten sonra ashabıyla beraber ayağa kalkar ve ölünün iman özere sebat etmesi için dua eder orada bulunanlardan da dua etmelerini isterdi.
                   Günümüz insanlarının yaptıkları gibi kabrin başında oturup Kuran okumaz ve ölüye telkinde bulunmazdı. [13]

                 Kabirleri yüksek yapmak, yapımında tuğla, taş ve kerpiç kullanmak çamur vs. ile sıvamak, üzerine kubbeler yapmak sünneti değildi.[14] Kabrini belli etmek istediği kimsenin kabrine alamet olarak bir taş dikerdi.
                    
                  Kabirlere karşı saygısızca davranmamak, onları çiğnememek, üzerlerine oturmamak ve onlara yaslanmamak onun adetiydi. O ayrıca kabirleri mescitlere çevirerek onların yanında ya da onlara doğru namaz kılınmasını yasaklamaktaydı.
                 
                  Hz. Peygamber ashabının mezarlarını onlara için dua etmek, rahmet dilemek, amacıyla ziyaret ederdi. Ümmetini meşru kılıp sünnet kıldığı ziyaret şekli de budur. O kabirleri ziyaret ettiğinde şöyle derdi:
    
السلام عليكم اهل الديار من المؤمنين والمسلمين وانا ان شاء الله بكم لاحقون نسال الله لنا و لكم العافية

Hz. Peygamber kabirleri ziyareti sırasında cenaze namazını kıldırırken okuduğu gibi dua eder Allah’tan rahmet ve af dileklerinde bulunurdu. Hz. Peygamberin bu husustaki tavrı sadece tevhitten ve ve ölüye iyilikte bulunmaktan ibarettir. Müşrikler ise onun davranışlarının aksine ya ölüden ihtiyaçlarını gidermesini isterler yahut onların yanlarında dua etmenin mescitlerde yapılan dualardan daha üstün olduğuna inanarak 
ölünün yanında dua ederler. [15]
               Hz. Peygamber ölünün ailesine taziyede bulunurdu. Fakat sevabını bağışlamak üzere kabri yanında ya da herhangi bir yerde Kuran okumak onun davranışları arasında değildi. Bunların hepsi sonradan ortaya çıkmış bidatlerdir.[16]

Cenaze ile ilgili davranışları bu kadar açık olan bir peygamberin ve ashabının bugün iddia edildiği üzere yasin suresini ölüler için okunmasını söylemiş olması düşünülemez. Çünkü bunu sünnet kılmış olsaydı en başta kendisi yapardı. O böyle bir şeyin Kuran’ın inzal ediliş gayesine terş düşeceğini en iyi bilen kişiydi.


   






“İlk nesillerin dinamizm ve bereketi, Kuranı uygulamak amacıyla okumalarından kaynaklanıyordu. Onlar Kurana kültürlerini geliştirme, bilgi edinme, haz duyup tatmin olma gibi maksatlarla yanaşmazlardı. Onlar Kuranı Allah’ın emirlerini öğrenmek üzere okurlar ve her emri de savaş alanında, aldığı günlük emri hemen uygulayan bir ordu gibi duyar duymaz yerine getirirlerdi. İşte bu, uygulamak üzere öğrenme bilincidir.”                                                                          Prof. Dr. Seyyit Kutup

ASHABIN BU KONUDAKİ DAVRANIŞLARI


          O’nun ashabının ölülerine yasin okumadıklarını bariz olarak İmam Malik’in bu husustaki fetvasından biliyoruz. Çünkü  o medine ehlinin amelini delil göstererek yasin suresinin değil ölüye, ölmek üzere olan kişiye bile okunmasını mekruh görmektedir.[17]    

        Bu hususta onlardan sahih sayılabilecek hiçbir rivayet yoktur. Yalnız burada kafa karışıklığına yol açan bir rivayetten sözetmek istiyorum. Bu İbni Ömer’in kendisinin defninden sonra kabri başında Bakara suresindeki son iki ayetin okunmasını vasiyet ettiğine dair yapılan bir rivayettir. Halbuki bu rivayet senedi sahih olmayan şaz[18] bir rivayettir.[19]
 Bu rivayetin sahih olduğunu varsaysak bile onun bu davranışı bunun sünnet olduğunu göstermez. Fakat onun bu vasiyeti (rivayetin doğruluğunu varsayarak söylüyoruz) Bakara suresi son iki ayetinin iman esaslarını hatırlatıcı ve dua içerikli olması sebebiyle yaptığını düşünebiliriz. Onun bu iyi niyetiyle yaptığı vasiyetine bugün Kuran’ın kabristan kitabı haline getirilmesi yada ölüye dua mecmuası gibi algılanmasına sebep olacak tarzda anlamak ve batıl bir işi sürdürmek için sarılmak İslamın iyice zayıflamasına zemin hazırlamaktır. Halbuki Kuran tüm insanlığa açıkça anlatılmayı hakeden bir kitaptır. 





 

 

4- MEZHEPLERİN  GÖRÜŞLERİ


Bu konu malesef açıkça fıkıh alimlerimizin hadislerden hüküm çıkarma metotlarıyla ciddi bir biçimde yüzleşmenin gerektiği bir konudur. Çünkü kılı kırk yarmasıyla şöhret bulan fakihlerimizin, asıl fıkhetmek gereken böyle bir konuda hadisçiler tarafından çok zayıf görülen hatta mevzu hadis kitaplarına dahi giren hadisleri delil getirmek suretiyle şeri hüküm bina etmeye çalıştıklarını görmemiz bizi gerçekten yaralamış ve fıkıh alimlerimizin istinbat kabiliyetlerine karşı itimadımızı sorgulamaya müncer olmuştur. Halbuki konu çok açıktır. Ancak bu kadar açık bir konuyu anlayıp hakkı teslim etmek varken  zayıf hatta mevzu hadislerle bir bidati bile bile tervic etmeye çalışanlar ümmeti Muhammed’in bugünkü durumundan tam manasıyla mesul olan kişilerdir.  Fıkıh mezheplerinin bu konudaki görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür:

 Hanefiler Peygamberden sahih bir rivayet gelmediği gerekçesiyle kabir yanında Kuran okumayı mekru gören Ebu hanife’ye[20] rağmen kabir ziyareti sırasında yasin suresinin okunmasını müstahap görmüşlerdir.[21] Dayanakları olan hadis ise Ölülerinize yasin okuyun! rivayeti ile hadis krıterleri açısından mevzu düzeyinde bir rivayettir.[22]

Hanbelilerde aynı şekilde konu ile ilgili birbirinden zayıf[23] iki rivayet delil getirerek kabir yanında Kuran okumakta beis olmadığını söylemişlerdir.[24]

Malikilerin öncekileri ise selefin böyle bir amelinin olmadığını öne sürerek bunu mekruh saymışlardır. Fakat sonraki maliki fakihlerin bunu caiz gördükleri anlaşılıyor.[25]

Şafilere gelince onlarda meşhur olan görüş ölüye başkasının yaptığı bir amelin sevabının ulaşmayacağıdır. Fakat şafilerin de sonraki fakihleri ölülere Kuran okuma lehine bu görüşlerinden vazgeçmişlerdir.[26]
Mezhep fakihlerinin bu konu hakkındaki görüşleri gayet ibret vericidir. Çünkü mezhep kurucularının bu konuya cevaz vermedikleri bilindiği halde sonraki fakihler bunu caiz gösterme yarışına girmişlerdir. Mevzu düzeyindeki aşırı zayıf rivayetleri fezail babında kabul ederek müstahap ya da mendup görmüş olmaları da yukarıda da belirttiğimiz gibi ibretamiz bir durumdur. Dinde asıl kaynakların ve sahih olan davranışların malesef fakihlerimiz katında aşırı zayıf haberler kadar kıymeti harbiyesinin olmamasını kime ne ile izah edebileceklerini düşünmeden edemiyoruz.
   
                                          

5-  DİĞER ALİMLERİN GÖRÜŞLERİ


 Fahruddin Er Razi yasin suresinin ölmek üzere olan birine okunmasının sebebini şu şekilde açıklamaktadır:  Ölüm anında insanın kuvveti zayıftır. Dermandan düşmüştür. Fakat kalp bütün varlığıyla Allah’a yönelir. Öyleyse bu sırada ona kalbinin kuvvetini artıracak tasdikini takviye edecek yakinini güçlendirecek bir şey okumalıdır. İşte yasin suresinde bütün bu özellikler mevcuttur. Zira onda yeniden dirilme, kıyamet halleri, eski milletlerin durumları, sonlarının beyanı, kaderin isbatı, tevhidin ispatı, Allah’ın zıttı ortağı bulunmadığının beyanı, kıyamet alametleri, yeniden dirilme ve haşrin vukuu arasatta huzuru ilahide toplanma, hesap ceza ve hesaptan sonra dönülecek yerler vs. hepsi bu surede bulunmaktadır. Bunun okunması kişide bütün bu ahvalin hatıratını yeniler ve dinin temel meselelerine karşı uyarıda bulunur kabir ve kıyamet ahvalinden kendisini bekleyen şeylere hazırlanır.[27] 

Abdulaziz bin Baz’ın konuyla ilgili görüşü:
 Zayıf bir hadiste Rasulullah’ın ölülerimizin yanında yasin okumamızı emrettiği rivayet edilmektedir. Ancak bu hadis zayıftır. Sahih sünnet (ki o da okunmamasıdır) üzerine tercih edilecek bir konumda değildir. Alimlerimiz buradaki ölüleriniz ifadesini ölmek özere olan kimseler olarak yorumlamaktadırlar. Buna göre ölmek üzere olan birine eğer aklı başında ise ona vaaz ve yönlendirme olur ve bundan istifade eder niyetiyle yasin suresinin ya da bir başka surenin okunmasını müstahap görmektedirler. Onların bu yorumları her ne kadar yerinde olsa da bunun sünnet olduğunu ispatlamaz. Bunun için delil getirmek icap eder. İş bu hadis ise tahkik ehli yanında delil olmaktan uzaktır. Hadisteki İbni Osman tanınmayan biridir.[28]

Alimlerimiz bu hadiste geçen ölülerinize ibaresini ölmek üzere olan hastalarınıza şeklinde yorumlamışlardır. Bunun bir benzeri Ölülerinize
) (لا اله الا الله telkin ediniz! hadisinde de bulunmaktadır. Burada ki ölülerinize ibaresinin hakikaten ölmüş olan kişiler olmadığı açıktır. Bu hususta mezkur hadisin geçtiği kitaplarda Ölüleriniz ifadesiyle maksadın ölmek üzere olanlar olduğu anlatılmıştır.[29]
Nesai’deki[30] rivayet iki tanınmış alimin görüşleri alıntılanarak açıklanmıştır:
1- Kurtubi bu hadisin anlamının, Lailahe illallahı söyleyiniz ve ölüm anındaki kişilere hatırlatınız. Ölüm kendilerine yaklaştığından bu kişilere ölüleriniz denildiğini söyler.
2- Nevevi  de : Ölüleriniz ifadesinin anlamı ölümü yaklaşmış kimselerdir. Lailahe illah’ı telkin ediniz demek her kimin son sözü lailahe illah olursa cennete girer hadisinde belirtildiği gibi kişinin son sözü olmasına yöneliktir, der.[31] 


8-   RİVAYETİN SENET BAKIMINDAN TAHLİLİ


İbnul-Medini: Senette adı geçen Ebu  Osman hakkında: “Ondan sadece Süleyman   et-Teymi               rivayette bulundu.  O mhuldür”                dedi.[32]        
Zehebi [33] N Ebu   Osman   ne   de   babatanınmıyor. Ondan sadece Süleyman et-Teymi rivayet etti” dedi.
 
İbnul Kattan bu rivayetin muzdarip olduğunu hem ızdırab hem vakf hem de ravinin tanınmamasıyla illetli olduğunu söylemiştir.[34] Cehaletur ravi (ravinin bilinmemesi) ile ilgili olarak bu rivayetin senedinde ki Osman’ın ve onun babasının tanınmayan kişiler olduklarını bildirir.[35]

İbnul Munziri hadisteki cehaleturravi illetini öne sürerek bu hadisi zayıf kabul etmektedir.[36]

Ebu Bekir  İbnul Arabi Darakutnide bu rivayetin metninin meçhul; isnadının ise zayıf olduğunu ve bu hususta sahih hiç bir rivayet olmadığını nakleder.

Nevevi El ezkar[37] da bu hadisi zayıf olarak gördüğünü söylemektedir.

Elbani de bu hadisi zayıf bulduğunu belirtir.[38]





SONUÇ ve DEĞERLENDİRME:


Bütün bunlardan sonra kesinlikle varılacak sonuç ölülere Kuran tilaveti gibi bir fiilin ne peygamber ne ashap tarafından bilinmediği ve uygulanmadığı gerçeğidir. Bu çalışmamızda alimlerimizin bu hakikatı yeri geldikçe açıkladıklarını görüyoruz. Yine konumuz olarak incelediğimiz hadisin aslında çok zikredilmesine rağmen yanlış anlaşıldığını da öğrenmiş bulunuyoruz. Demek ki genel olarak aslında Ölülere Kuran tilavet etmek dinimizde bulunmayan ve sonradan çıkarılmış bir bidatten başka bir şey değildir.[39] Bunu ısrarla sürdürmek büyük bir vebaldir. Bu bidat ümmet içerisinde, değil sünnetlerin terkine hatta vaciplerin ve farzların terkine, dahası iman ve İslam’ın yokolmasına sürükleyen bir konumdadır. Çünkü başta da söylediğimiz gibi Kuran sadece tilavet edilmekte fakat açıklanmamaktadır. Ölülere okunmakta fakat diriler unutulmaktadır. Halk Kuran’ın bir manasının bulunduğundan bile habersizdir. Kuran’ı ölülere dua mecmuası zannetmektedir.
               Bu konuyu ölülerin başkalarının yaptıkları amellerden fayda görür mü görmez mi? şeklinde tartışmak gayet yersiz bir tartışmadır. Evet ölüler çocuklarının ya da diğer müslümanların yaptıkları dua, onlar adına verilen sadaka vb. şeylerle fayda görebilirler. Bunda ümmetin icması bulunmaktadır.[40] Ancak  Kuran tilaveti böyle değildir. Çünkü bu Rasulullah’tan ve ashabından duyulmamış ve görülmemiştir. Fakat o Ölünün sadakai cariye, salih evlat ve faydalanılan ilim bıraktığında öldükten sonrada fayda göreceğini bildirmiştir.[41] Aynı zamanda ölünün ardından sadaka vermek yada bazı yapılamamış ibadetleri onun adına eda etmek sahih rivayetlerde yeralmaktadır.[42] Fakat Kuran tilaveti bu işlerin içinde yoktur. Çünkü Kuran dirilerin okuması anlaması ve yaşamaları içindir. Bu bilince halel getirecek her davranıştan mutlaka kaçınılmalıdır. Ölülere Kuran okumanın bidat olduğuna dair şu delillleri zikrederek konuyu toparlayabiliriz:

1.     İmam Malik “Bugün size dininizi tamamladım” ayetini “O gün din neyse bugünde aynıdır. O gün dinden olmayan bugünde dinden değildir O gün dinden olan bir şey de bugün asla “dinden değildir” denilerek inkar olunabilinecek değildir.” şeklinde açıklamış ve neyin dinden olup neyinde olmadığını anlamamız için bizlere çok güçlü bir usul göstermiştir. O gün  Ölülere Kuran tilaveti diye bir iş asla bilinmemekte idi.


2.     Hz. Rasulullah biz ümmetine Allah’ın kendisine bildirdiği her hayrı göstermiştir. Allah c.c. bir ayette: Ey Rasul Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Eğer yapmazsan risaletini tebliğ etmiş olmazsın.[43] buyurmaktadır. Hz. Aişe bu ayetin açıklamasında: “Eğer kim Muhammed s.a.v. Allah’ın indirdiklerinden bir şeyi gizledi derse yalan söylemiştir.” diyerek ardından bu ayeti okumuştur.[44] Buna göre Allah’ın elçisi bize Ölülere Kuran tilavet etmeyi tebliğ etmediğinden bu işin meşru olmadığını rahatlıkla söylemek mümkündür.

3.     Rasulullah (s.a.v.) bir hadisinde: “Ey İnsanlar! Sizi cennete yaklaştıracak ve cehennemden uzaklaştıracak hiçbir amel yoktur ki ben size onu emretmiş ya da sizi ondan yasaklamış olmayayım.” Buyurmaktadır.[45] Buna göre eğer ölülere Kuran okuma işi Allah’a yakınlaştıracak bir amel olsaydı onu Rasulullah (s.a.v.) mutlaka bize bildirmiş olurdu. Sadece bu bile bu fiilin dinde yerinin olmadığını ispat etmeye kafidir.


4.     Rasulullah s.a.v. : “Her kim bizim emrimizin dışında bir amel yaparsa kabul edilmez.”[46] Buyurmaktadır.


5.     Rasulullah (s.a.v.) bir hadisinde de : “ Her kim bizim dinimizde olmayanı ortaya atarsa o kabul edilmez.” Buyurmuştur.[47]

6.     Rasulullah (s.a.v.) Cuma hutbelerinde : “Bundan sonra (biliniz ki) en hayırlı söz Allah’ın kitabı,  yolların en hayırlısı da Muhammed’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan ortaya atılanlardır. Her sonradan ortaya atılan bidat, dalalettir. Her dalaletin yeriyse cehennemdir.” buyurmaktadır.[48] Buna göre Ölülere Kuran tilavetinin hem dinde yeri olmamakla birlikte bidat olması açısından dinde büyük bir tehlike oluşturduğunu söyleyebiliriz.  Bu bidat başka küçük sayılabilecek  bidatlere asla benzememekte ve İslam’ın özüne tamamen aykırı bir durum arz etmektedir.
 








[1] Ebu Davut, Cenaiz, bab: 24, hadis no:3121 ; İbni Mace, 4/1448, Ahmet b. Hanbel, 19789;  Makıl b. Yesar’dan gelen rivayettir.
[2] Gelin Müslüman Olalım; Mevdudi; Pınar yay.
[3] Fızılalil Kuran’da Davet Yolu Haz. Ahmet Faiz; Seçkin Yay.
[4] Son İlahi Kitap Kuran-ı Kerim; D.İ.B.Yay. s. 88
[5] A.g.e. s: 91
[6] Keşşaf Tefsiri, Zamahşeri Ali imran 187
[7] Kuran Yolu Tefsiri; Hay. Karaman ve arkadaşları
[8] İbni Mace no:4048

[9] Zadul Mead, 1 cilt, s. 475
[10] Müslim, 916; Ebu Davut,3117  Nesai, 4/5
[11] Zadul Mead; Cenaze Duaları; cilt 1, s. 482
[12] A.g.e. s.496
[13] A.g.e. s. 497
[14] A.g.e. s. 499
[15] A.g.e. s. 501
[16] A.g.e. s. 501

[17] El- fıkhul İslami ve Edilletuhu c.2 s. 551

[18]  Zayıf hadisin kısımlarındandır. Kendinden tercihe daha layık olan hadislere ters bir hüküm içeren hadis demektir. Hükmü merduttur. (Teysiru Mustalahatul Hadis; Mahmut Tahhan)
[19]  Kuran Niçin İndirildi Fecr yay. s. 65
[20] El-İhtiyar Li-Talil il Muhtar  c,4  s,179

[21] Raddul Muhtar, C.3 s. 503; El- fıkhul İslami ve Edilletuhu c.2 s. 540
[22] Kabirlerde Kuran Okumak; Seyfullah Erdoğmuş; Bölüm 8, Uydurma rivayetler içinde 2. rivayet tahrici yapılmıştır.
[23] El- fıkhul İslami ve Edilletuhu c.2 s. 551 dipnot; Ayrıca hadislerin tahrici için bk. Kabirde Kuran Okumak, Seyfullah Erdoğmuş s.26-27 
[24] El- fıkhul İslami ve Edilletuhu c.2 s. 551
[25] A.g.e. c. 2 s.551
[26] A.g.e. c. 2 s.551

[27]  Kütübü-s Site Şerhi İbrahim Canan; c.15, s. 239
[28] Abdulaziz b. Baz,  Fetvalar, c. 13 s. 93
[29] İbni Mace, Cenaiz, bab:3 h. no: 1444; Müslim; Cenaiz, bab:1
[30] Nesai Cenaiz, bab:4
[31] Kuran Niçin İndirildi, Fecr yay. s. 55
[32] tehzibu ttehzib c.6 s. 407
[33] El Mizan c. 4 s. 550
[34] İbni Hacer Askalani, Telhıs 2, 104
[35] A.g.e. 2, 104
[36] Ebu Davut, Cenaiz, bab:24 h. no :3121 dipnot
[37] El Ezkar, s. 117
[38] İrvaul Galil, s. 688
[39]Abdülaziz b. Abdullah b. Baz’a “Kuran’ın Ölülere Tilaveti” sorulduğunda o şu cevabı vermiştir:
 “Bu caiz olmayan bir iştir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) : “Kim bizim din işimizde onda olmayan bir şeyi icat ederse o reddedilmiştir.” buyurmaktadır. Bu manadaki hadisler çoktur. Ölülerin kabirleri üzerine Kuran okumak ya da onları anmak için günler düzenleyerek (onların ruhlarına) Kuran okutturmak  ne Peygamber’in (s.a.v.) ne de raşit halifelerinin sünnetinde yoktur. Hayrın ve doğruluğun tamamı Peygamberin ve onun raşit halifelerinin yolunda gitmektir. Nitekim Allah Taala şöyle buyurmaktadır: “Muhacir ve Ensardan ilk öncekiler ve onlara iyilikle uyanlar Allah onlardan razı, onlarda Allah’tan razı olmuştur. Ve onlar için içinde ebedi kalacakları altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur.” Hz. Muhammed (sav) de şöyle buyurmaktadır: “Benim ve benden sonra ki doğruluk üzere olan raşit halifelerimin yolu üzere olunuz. Buna sımsıkı tutununuz. Hatta bu yolu kaybetmemek için azı dişlerinizle ısıracak kadar yoluma yapışınız. Sonradan ortaya çıkarılacak işlerden uzak durunuz. Çünkü her sonradan ortaya çıkarılan iş bidattir ve her bidatte sapıklıktır.” O (sav) bir hutbesinde şöyle demektedir: “Bundan sonra … gerçekten sözlerin en hayırlısı Allah’ın kitabıdır ve yolların en doğrusu Muhammed’in yoludur. İşlerin en şerlisi ise sonradan ortaya çıkartılacak olanlarıdır ve her sonradan otaya çıkarılansa ancak sapıklıktır.” Hirasetüt Tevhid s. 126

Prof. Dr. M.Zeki Duman ise ölülere Kuran tilavetinin bidat olması konusunda şunları söylemektedir:
 “Ölüler için Kuran okumak hatim indirtmek 40.ve 52. geceleri merasimler yapmak Rasulullah’ın saadet asrında yapılmayan, sonradan din olarak ortaya çıkarılmış bidatlerdir.” Kuran ve Müslümanlar, Fecr Yay. s. 240




[40] Tac, c.1 s.421
[41] Müslim, Vesaya, bab: 3 h. no: 1231; Ebu Davut, h. no: 2880, Tirmizi, h. no: 1376
[42] Tac, c.1 s. 421 dipnot
[43] Maide 67
[44] Buhari, h. no: 4212
[45] İbni Ebi Şeybe Musannef, 34332 ; Hakim Müstedrek, 2136
[46] Buhari, 1718
[47] Buhari, 2697

     [48] Müslim, 867

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder