ÖLÜLER İÇİN KURAN TİLAVETİNİN ŞER’İ HÜKMÜ BAĞLAMINDA:
SENET
VE METİN BAKIMINDAN
‘ÖLÜLERİNİZE YASİN SURESİNİ OKUYUNUZ!’[1] RİVAYETİ
Ercan Çaylar
“Ey Müslüman! Senin hayat nizamın olan ve sana hayat vermek
üzere indirilen Kuran ile daha tanışmamışsın bile! Ondan ve onun yasalarından
henüz haberin bile yok! Belki de onunla ölüm döşeğinde tanışacaksın. Ne hazin
ki sana kuvvet ve hayat bahşetmek için indirilen Kuran o gün sana kolay ölesin diye
okunuyor olacak.”
Muhammed İkbal
GİRİŞ:
Kuran’ın ölülere okunması
meselesi Müslümanların hayatlarında ve
dini düşünce sistemlerinde ciddi problemlere sebep olan bir konudur. Çünkü
Müslüman halkların büyük bir bölümü Kuran’ın bir hayat kitabı olduğu gerçeğini
önemsememekte ve onu sadece ölüler arkasından okunacak ya da okutulacak bir
kitap durumuna getirmiş bulunmaktadırlar. Hatta acı ama gerçek ülkemiz
insanların birçoğu okunan Kuran’ın bir anlamının olduğundan bile habersizdir.
Kuran’ı ölülere okunacak lahuti bir kitap sanmaktadırlar. Yine Müslümanların
birçoğu Kuran’ı bir hayat kitabı olarak görmemekte ve onu sadece sevap için
okunacak bir dualar mecmuası zannetmektedir. Halkın anlayışına göre Kuran;
muskalara yazılan, hocaların hastalara üfledikleri, özel mahfazalarda saklanan,
esrarengiz ve gizemli kutsal bir metindir. Halk onu ölüler için indirilmişcesine
kabirler üzerine okumakta ya da okutturmaktadır. Sözü burada Pakistanlı alim
Mevdudi’ye bırakalım ve bu durumun serencamını onun kaleminden takip edelim:
“ Kuran insanlara onu okumaları, anlamaları,
ona göre hareket etmeleri ve onun yardımıyla Allah’ın dünyasında O’nun
kurallarını yerleştirmeleri için gönderildi. Ve tarih gösterdi ki ne zaman onun
gösterdiği şekilde davrandılarsa dünyanın lideri oldular.
Fakat
bugün Kuran’ın pek çok Müslüman için yararlı olmayışının nedenleri, onu
cinleri ve hayaletleri uzaklaştırmak için evlerinde tutmaları, muskalar içine
yazıp boyunlarına asmaları ya da bu muskaları ıslatıp suyunu içmeleri ya da
anlamını kavramadan bir ücret almayı bekleyerek okumalarıdır. Onlar artık
Kurandan hayatları için bir öncülük yapmasını beklemiyorlar. İnançlarının
ahlaklarının uygulamalarının ve davranış biçimlerinin nasıl olması gerektiğini,
dost ve düşmanla olan ilişkilerde hangi ölçülerin gözetilmesi gerektiğini,
kendilerinin ve çevresindeki insanların haklarının neler olduğunu öğrenmek için
Kuran’a danışmıyorlar artık. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu, kime itaat edip
kime etmeyeceklerini, dostların ve düşmanların kimler olduğunu, saygının iyilik
ve faydanın nerede, utanmak gereken şeylerinin yahut eksiklik ve kayıp
sayılması gereken şeylerin nerede olduğunu ona sormuyorlar. Biz Müslümanlar bu
önemli şeylerin cevabını Kuran’da aramaktan vazgeçtik artık. Onun yerine
kafirlere, müşriklere, yanlış yollara sapmış bencil insanlara, hatta kendi
hevamıza soruyor ve onlar ne derse onu yapıyoruz (Ama Kurana sormuyoruz). Allah’ı
önemsemeyen ve diğerlerinin öğütlerini tutanlara ne olduysa bizlere de o oldu.
Şimdi dünyanın her yerinde kendi ektiklerimizin cezasını devşiriyoruz.
Filistin’de, Orta Doğu’da Pakistan’da Endonezya’da ve daha pek çok başka yerde.
Kuran bütün iyiliklerin
kaynağıdır. İstediğiniz her şeyi istediğiniz kadar verir. Eğer onu cinleri ve
hayaletleri korkutup kaçırmak, hastalıkları tedavi etmek, davanızda başarılı
olmak ya da bir iş bulmak gibi basit ve sıradan işler için elinize alırsanız
istediklerinizi elde edersiniz fakat sadece onları… Eğer bu dünyada üstünlük ve
dünyayı yönetme gücü isterseniz onu da elde edersiniz. Ama eğer elde ettiğiniz
okyanustan bir damlaysa Kuran’ı değil kendinizi suçlamalısınız. Okyanus orada
kendinden faydalanmasını bilenleri bekliyor.
…Söyleyin
bana, bir doktor reçetesini yakasına iğneleyen ya da bir bardak suda
ıslattıktan sonra o suyu içen birine rastlarsanız o kişiye ne dersiniz? Onun o haline
gülüp onun bir aptal olduğunu düşünmez misiz? Tüm hastalıklarınızın tedavisi
bulunan ve doktorların en büyüğü tarafından sizdeki hastalıkları iyileştirmek için
size sunulan eşsiz reçete olan Kuran’a bu muameleler yapıldığında ise kimse
bunun biraz öncekinin aynısı olduğunu düşünmüyor. Kimse böyle bir reçetenin
boyna asılmayacağını veya sözlerinin su da ıslatılıp içilmeyeceğini düşünmüyor.
Söyleyin
bana, bir tıp kitabını alıp iyileşeceğine inanarak onu okumaya başlayan hasta
bir insan hakkında ne düşünürsünüz? Ona şaşkın demez misiniz? İşte biz de en
yüce iyileştiricinin bütün hastalıklara şifa olarak gönderdiği Kitabı aynı
şekilde okuyoruz. Gösterdiği yolu izlemeden; zararlı olduğunu söylediği
şeylerden kaçınmadan sadece sayfalarını şöyle bir okumakla hastalıklardan
kurtulacağımızı sanıyoruz. Böyle yaparak o tıp kitabını iyileşeceğini sanarak
okuyan kişinin durumuna düşmüş olmuyor muyuz?
Bilmediğiniz
bir dilde yazılmış bir iş mektubu alsanız, içinde ne yazdığını öğrenmek için o
dili bilen birine gidersiniz. Size önemli bir maddi fayda sağlamayacak olsa
bile o mektupta ne yazdığını öğreninceye kadar huzursuz olursunuz. Oysa size
âlemlerin rabbi tarafından gönderilen, bu dünyanın ve öteki dünyanın bütün
faydalı işlerini size sunan bir mektubu bir köşeye atmış durumdasınız. Onun
size ne anlattığını anlamamış olmaktan dolayı da bir rahatsızlık duymuyorsunuz.
Bu şaşırtıcı değil mi?
…“Kuran’ı
size mutsuz olmanız için göndermedik” (Taha;1,2)
Tam
tersine Kuran mutlulukların ve başarıların kaynağıdır. Allah’ın kelamını
anlayan bir toplumun utanç ve yenilgi içinde olmasına ve itilip kakılmasına,
adeta boynuna bir halka takılmış hayvan gibi yönetilmesine imkan yoktur.
İnsanlar böyle bir akıbetle ancak Allah’ın kelamına karşı geldiklerinde
karşılaşırlar… Eğer bir toplum Allah’ın kitabına sahipse ve hala utanç ve
yenilgi içerisinde yaşıyorsa Mutlaka Allah’ın sözlerine haksızlık ettiği için
cezalandırılıyordur. Kendinizi Allah’ın gazabından kurtarmanın tek yolu bu
büyük günahtan dönüp O’nun Kitabına hak ettiği değeri vermeye çalışmanızdır.
Bunu yapana kadar durumunuz asla değişmeyecektir.”[2]
Bu tespitlerinde üstada hak
vermemek mümkün değildir. Gerçekten Kuran’ı başından sonuna kadar okuduğunuzda
bir ayetinde dahi ölülere hitap edildiğine rastlamayacaksınız. Tamamen
dirilere, yaşayanlara hitap edildiğini göreceksiniz. Müslümanların düşünsel
sefalete düştükleri günlere kadar Kuran hep dirilerin kitabı idi. O hep
dirilerin üzerlerine, zihinlerine akıllarına okunuyordu. Bugün ise o
şehirlerden, medeniyetten ve gerçek hayattan uzaklaştırılarak kabristanlara hapsedilmiş durumdadır. Halbuki
bu kesinlikle akılla, fikirle ve hatta iyi niyetle açıklanabilecek bir tutum
değildir. Fikir dünyamızın gözdelerinden Prof. Dr. Seyyit Kutup’ta bu konuda
şunları söylüyor:
“Bu
Kuran, sadece okunaduran bir söz değildir. O, kapsamlı bir anayasadır. O, hem
eğitim anayasasıdır, hem de pratik bir hayatın anayasasıdır… Öyleyse bu
Kuran’ın okunması gerekir. Geçmiş Müslüman kuşaklardan bilinçlice öğrenilmesi
gerekir. Ve düşünmek gerekir ki bu Kuran’ın buyrukları, tüm canlılığıyla
ayaktadır. Bugünün sorunlarını çözmek için bugün inmiş gibi ileriyi aydınlatan
bir kitap olarak… Yani sadece tecvitle okunan güzel bir söz olarak değil…
Yahut geçmişte kalıp hayata tekrar dönüş yapması imkansız bir araştırma
vesikası olarak ta değil. Bu Kuran’ı, pratik hayatımızın hem şimdiki, hem de
ilerideki sorunlarına çözüm bulmak maksadıyla okumazsak, ondan kesinlikle
yararlanamayız. Tıpkı Kuran’ın buyruklarına; pratik hayatına uygulamak üzere
anında başvuran ilk Müslüman cemaat gibi… Dünkü ilk İslam cemaati Kuranı Kerime
nasıl muhtaç idiyse bugünkü İslam ümmeti de gerek mücadelesinde ve gerekse
savunmasında aynı ilahi direktiflere gene muhtaçtır. Sağlıklı bir düşünceye
dayanıp insan ve kainata ilişkin tutumu kavrama konusunda da Kuran’ın emir ve
direktiflerine muhtaçtır. Çünkü bu ümmet tüm açıklığıyla yolunun işaretlerini
ancak Kuran’da bulabilir. Şu halde Kuranı kerim, bu ümmetin hayatına hükmeden
kitap olmaya devam etmektedir. Bu ümmetin pratik hayatında ki gerçek rehberi
odur. Hayat sistemi, toplum düzeni ve her konudaki bakış açısına dayanak olan
mükemmel ve kapsamlı anayasa odur. Seçkin sahabe neslini ve onları yöneten
önderliği ortaya çıkaran bu ilahi metot, aynı nitelikte başka nesil ve
öndelikler yetiştirmeye de kabildir. Sonsuza değin sürecek olan bir gerçektir
bu. Tabi ki eğer İslam ümmeti bu kaynağa yönelirse; bu Kuran’a gerçekten
inanıp onu sadece kulağa hoş gelen nameli kelimeler olmaktan kurtardıktan sonra
hayatın rehber ve metodu haline getirirse bu nesiller yetişecektir…. O, hiç
kuşkusuz Allahın insana hitabıdır. Yüce ve tükenmez bir rahmetle insana
hitabıdır. Diyor ki insanlara: “ şunu alın, şunu da bırakın. Benim yolum işte
şudur. Onu izleyin. Adımlarınız mı gevşedi, işte ipim, ona sarılın. Yanılgıya
düşüp günah mı işlediniz, işte kapım şuracıkta açık bulunmaktadır. Gelin!
Uzaklara kaçmadan ve her şeyi kuşatan rahmetimden umut kesmeden gelin. Sen ey
filanca; sen bizzat şöyle dedin, ama yanlış. Sen şöyle niyet ettin; ama o
günahtır. Sen şunu işledin, ama yanlış yaptın. Şimdi buraya huzuruma gel! Temizlenip
tövbe et! Tekrar benim himayeme dön! Ve sen ey filan! Sen bizzat seni
düşündüren işinin çözümü şudur. Kafanı meşgul eden sorunun cevabı şudur.
İşlediğin amelin ölçüsü şudur.
Kuran’ı kerim, ilahi bir okuldur.
Çünkü kalpleri yaratanın ve her şeyi bir ölçüyle var edenin yapısıdır. Duaları
kabul gören başarılı davetçiler, bu okulun mezunudur. Gönüllerini, hiçbir
gaileye fırsat vermeden, hiçbir engel tanımadan yani can veya mal derdine
düşmeden kötü düşünce ve vesveselere kapılmadan, Allah’ın davasına adayan
kimselerin çıktığı bir okuldur O. Ve o, gönülleri dünyada yaşıyorken bile
rabbanileştiren bir hakikattir. Çünkü dünyada yaşıyor bile olsa bu gönüllerin
ölçüsü Allah’ın koyduğu ölçüdür. Övünç duyulup peşinden koşulan değerler söz
konusu ölçülerden çıkmış değerlerdir.
Bu Kuran hiç şüphesiz bir furkandır. Hak ve batılı,
hidayet ve dalaleti, farklı hayat sistemlerini ve insanlığın farklı dönemlerini
birbirinden ayıran bir furkan… Kuran’ın tüm hayata uygulanmak üzere getirdiği
sistemin müşahhas varlığı hem ruhun derinliklerinde hem de pratik alemde
kendisini göstermektedir. Bu sistem insanlığın tanıdığı hiçbir hayat düzenine
benzemeyen eşsiz bir sistemdir. İnsanlığın duygu ve yaşamında yeni bir dönem
başlatan sistemdir: “ Alemlere bir uyarıcı olmak üzere kulu (Muhammed’e)
furkanı indiren Allah’ın şanı yücedir.” (el-Furkan,1)
Bu Kuran müslümanın akide ve ahlakını, düşünce ve
duygularını, yönetim biçimi ve öğretilerini inşa eden bir kitaptır. Müslüman
cemaate düşmanlarının özellik ve yöntemlerini öğreten, düşmanın hile ve
oyunlarına karşı uyaran; huzurlu bir gönülle apaçık gözlerle, zengin
deneyimlerle savaş ve düşmanın niteliğine ilişkin bilgiyle hedefe yönelten bir
kitaptır. Kuran’da her şey vardır. Hem bugün hem de yarın için her şey vardır.
Tüm cephelere koşturan kitaptır O. Duygu ve düşünce cephesindeki savaşa
koşturan da bu kitaptır. Düşünce cephesinde o; yeni bir akideyi Allah’ın tanıma
bilgisini ve yeni bir hayat görüşünü inşa ediyor. Yeni değer yargılarını ve
yeni ölçüleri ortaya çıkarıyor. Cemaatin fıtratını cahili kalıntılardan
arındırıyor. Topluma ve kişilerin içine sızan cahili görüntülerden kurtarıyor.
Bu tertemiz ve kurtulmuş bünyeleri yeni ve aydınlık dolu İslami görüntülerle
süslüyor…
Görüyoruz ki bu
Kuran müminlere sadece ibadet ve alametleri öğretmiyor. Veya sadece ahlak ve
adap öğretmiyor. Yani kimi insanın iddiasını yaptığı bu zavallı düşünce doğru
değildir. Çünkü Kuran hayatın tümünü ele alıyor. İnsanların olağan günlük
hayatlarında karşılaştıkları her şeyi ele alıyor. Bundan dolayı kuranı kerim
Müslüman birey veya toplumun tüm hayatını kendi metoduna uydurmaktan başka
hiçbir çözüm kabul etmez. Tüm hayatın kurani metoda dayanması bir
zorunluluktur. Aksi taktirde ne imandan ne de İslam’dan söz edilebilir.
Bu Kuran ruhları ve akılları eğitmek için gelmiştir.
Çünkü o cemaate hem kendi hakikatini hem gerçek görevini hem yolunun özelliğini
hem de İslam düşmanlarının bu yolda kurdukları tuzak ve engelleri, diken ve
çakılları öğreten bir kitaptır. Kuranı kerim bu ümmetin öğretmeni, mürşidi,
önderi ve yol boyunca hep yanında bulunan rehberidir. Düşmanlarının durum ve
karakterlerini bildirip açıklayan bir kitaptır.
Eğer bu ümmet Kuran’ına danışıp direktiflerini
dinleyerek ilke ve kanunlarını hayatına uygulasaydı düşmanları bir tek gün bile
ona zarar veremezdi. Ama bu ümmet ne zaman ki Rabbine verdiği sözünden cayıp
Kuranı Kerim’den uzaklaştı ve başına bunca musibet geldi. Kuranı Kerim
musiki terennümlere, efsunlamaya ve sadece dua edip kalmaya dönüştüğü zaman bu
ümmette belalara uğradı. Sonunda bu ümmet kurandan gafil kalarak yanlış
yollara saptı. Böylece beşer önderliğini de elden kaçırıp insanlık kafilesinin
en geri uçlarında yerini buldu. Öyleyse biz yüce Allah’ın şöylece vasfettiği Kuran’a dönmek zorundayız:
“Muhakkak ki size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir. Allah onunla
kendi rızasına uyan kimselere selamet yollarını gösterip onları kendi izniyle
karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru bir yola yöneltir…
Bu Kuran bir ümmet meydana getirip bir devlet kurmak
bir toplum yönetip ruh ahlak ve akılları eğitmek için Hz. Peygamber s.a.v. in
kalbine inmiştir. İslam ümmeti hayat ve hareket tarzını tüm insanlara ilişkin
tavır ve bakışını Kuranı Kerimin direktif ve emirlerine göre belirlemek
zorundadır. Kuranı bu maksatla okumak zorundadır. Kuran bu ümmetin mürşidi
hareket kaynağı ve yön verenidir. Bundan dolayı bu ümmet hiç yenilmez hep galip
gelir. Çünkü düşmanlarıyla girdiği savaşta doğrudan doğruya rabbani önderliğin
emri altındadır. Rabbani önderliğin emir ve direktifleri sonsuza kadar var
olacaktır.
Öyleyse bugün veya yarın İslam davasını yüklenen
kimseler kuranın direktif ve beyanlarını uygulamak durumundadırlar. Tıpkı şu
anda Kuran kendileriyle konuşuyor gibi… Bundan dolayı Kuran’ın gölgesinde
yaşamak zorundayız. Kuran’ın gölgesinde yaşamak onu sadece inceleyip okumak
veya sadece içindeki ilimlere vakıf olmak demek değildir. Çünkü bu şekilde Kuranın
gölgesinde yaşanmaz. Kurani ortamdaki hayat insanın- Kuranın aynen indiği gün
gibi- gölgesinde ortamında ve hareketinde yaşaması demektir. Zorluk mücadele ve
görev dolu bir hayata atılmak demektir. Yani tüm yeryüzüne yayılmış cahiliyeye
karşı koyarak kalbiyle, aklı ve hareketiyle Kuranı yaşamak demektir. Kişinin
İslam’ı hem kendi nefsinde hem de insanların nefsinde; hem kendi hayatında hem
de insanların hayatında yaşatması demektir. Cahili her tür düşünce, gelenek,
ilgi alanı ve pratiğe cahiliyenin tüm baskı ve savaşlarına İslam akidesine ve
hayat sistemine karşı gösterdiği tüm tepkilere karşı koymak demektir. Cahiliyenin
rabbani kaynaktan çıkan rabbani İslam akidesine açtığı savaşta direnmek,
mücadele ve cihat etmek demektir. İşte insanın, Kuranın tadına varabileceği
Kurani ortamdaki hayatı yaşamanın yolu budur. Çünkü Kuran böyle bir ortamda
inmiş ve böyle şartlarda işlemiştir. Böyle bir ortamda yaşamayan kimseler Kuranı
inceleme araştırma okuma ve ilmi etüdüne dalmış olsalar bile ondan
kopukturlar.”[3]
Bütün bu ifadeler Kuran’ın
diriler için indirilmiş olduğu gerçeğini teyid etmektedir. Yaşayan insanlara bir uyarı olduğu gerçeğine
rağmen Kuran’ın ölüler için okunması neredeyse yüzyıllardır kanıksanmış bir
gelenek olarak varlığını sürdürmektedir. Bu gelenek gücünü bazı hadis
kitaplarında geçen “Ölülerinize yasin okuyunuz!” rivayetinden almaktadır. O
zaman bütün bu vakıaya temel teşkil eden bu rivayeti incelenebilecek her
bakımdan inceleyip meseleyi aydınlatmak bizlerin görevidir. Biz bu çalışmamızda
bu rivayetin özellikle mana açısından sıhhati üzerinde duracağız.
Meseleyi en doğru biçimde ele
almak bakımından konuyu şu yönlerden incelememiz gerekmektedir:
1- Kuran’ın
gönderiliş amacı;
2- Peygamber (s.a.v.)
nın uygulamaları;
3- Sahabenin
uygulamaları;
4- Mezheplerin
konuyla ilgili görüşleri;
5- Rivayet hakkında
alimlerimiz tarafından yapılan yorumlar
6- Rivayetin senet
bakımından tenkidi.
7- Sonuç ve
değerlendirme
“O dirileri uyarmak için
indirilmiştir.” (Yasin, 70)
KURAN’IN GÖNDERİLİŞ AMACI
Kuran’ı Kerim’de Yüce
Allah’ın bu ilahi kelamı niçin insanlara indirdiğine dair çok açık ve net
defaatle tekrarlanan tatminkar bir bilgi bulmaktayız. Buna göre Kuran şu
amaçlar için indirilmiştir:
1- “Dirileri
uyarmak için” (36/70)
2- “İnsanları en
doğru inanç, bilgi ve hayat tarzına ulaştırmak için.” (17/9)
3- “İman edenlere
büyük bir ödül hazırlandığını bildirmek; inkar edenlerin ise yaptıklarını
karşılığını bulacaklarını bildirmek için.” (17/9-10)
4- “İnsanların
akıllarını çalıştırmalarını kainat, yaratılış, hayat, memat ve mead vb.
konularda düzgün düşünmelerini sağlamak için.”(38/29; 2/242; 12/2)
5- “İnsanlarda
Allah’a karşı bir sorumluluk bilinci uyandırmak; O’nun emir ve yasaklarına
uymaları için onlarda bir bilinç aydınlığı meydana getirmek için.” (20/113)
6- “İnsanların
arasında hak ve doğruluk ölçüleri uyarınca hüküm verilmesini sağlamak için.” (4/58;105)
7- “İnsanlara
nasihat, öğüt ve tavsiye içerikli telkinlerde bulunarak yaşadıkları hayatta
onlara destek olmak için.” (4/58; 16/90; 24/17; 58/3; 2/231-275)
8- “İnsanlara maddi
manevi , arazi ya da ulvi tüm insani konularda açıklama yapmak, yol göstermek,
şifa (çözüm) olmak, içinde bulundukları nimetleri ve konumu hatırlamalarını
sağlamak için.” (3/138; 10/57; 11/120)
Kuran tamamen yaşanılan bir hayata dair, diri
akıl ve irade sahibi; tercih yapabilen; iyi ve kötüden her biri önünde açıkça
duran insanoğluna indirilmiştir. Alimlerimiz Kuran’ın konularını tasnif
ederlerken onun ölülerle ilgili olduğuna dair hiçbir kelime etmemişlerdir.
Değerli ilim adamı Osman Keskioğlu[4]
Kuran’ın içeriğiyle ilgili olarak şunları aktarmaktadır:
KURAN’IN
KONULARI
“Kuranı
Kerim insanlara hidayet rehberi olarak indirilen ilahi bir kitaptır. O doğru
yolu gösterir ve Hakk’a iletir. Fert ve toplumun saadeti için gerekli hükümleri
getirmiş. İnsanlık tarihinin her kısmına temas etmiş, dünya ve ahiret saadeti
için ne lazımsa onları bildirmiştir. O insanın maddi ve manevi ihtiyaçlarına
cevap vermiştir. İslam dini hayat dinidir, o bakımdan hayat için lazım gelen
kaideleri, nizamları koymuş, insan hayatına düzen vermiştir. İman ve iyi amel
yollarını çizmiş, güzel ahlak kaidelerini vazetmiştir. İyiliğe sevap, kötülüğe
azap vardır. Fazilete bağlı, güzel ahlak sahibi bir toplum meydana getirmek
için gereken bütün nizam ve esasları beyan etmiş, sağlam esaslara dayanan,
Hakk’a iman yolunu göstermiştir. Bunların başta gelenlerini kaydedelim:
Her şeyin başı Allah’a imandır. Onun
için Kuranı Kerim bir tek Allah’a imana davet eder, inkarcılığı şiddetle
reddeder, imanın esaslarını bildirir. Bu dünya hayatından sonra ahiret hayatı
için hazırlanmayı, orada herkesin sorguya çekilip hesap vereceğini anlatır.
Yüce Allah’ın sıfatları, O’nun azamet ve kudreti, Kuranı kerimin bir çok
ayetinde beyan olunur.
Varlıktaki ince nizama yerde ve
göklerde olanlara bakıp onlardan ibret alarak, aklı çalıştırarak Allah’ın
büyüklüğünü anlamaya davet eder. Onun verdiği nimetlere şükretmek, nankörlük
yapmamak için ona teslim olup İslam dinini kabul etmek kulluk borcudur.
Kuran en doğru ibadet tarzını gösterir.
Allah ile kul arasına başka vasıta koymaz. Fatiha suresinde müminlerin duası
şöyledir.
“Ancak sana kulluk ederiz ve
ancak senden yardım dileriz.”
Geçmiş milletlerin inkarcılık, imansızlık yüzünden
başlarına gelenleri, yok olup gittiklerini haber vererek bunlardan ibret almak
gerektiğini sık sık tekrarlar. Peygamberlerin hak yolundaki mücadelelerini,
bilhassa son peygamber Hz. Muhammed a.s. ın müşriklerle münafıklarla ve hele
Yahudilerle olan mücadelelerini anlatır. (Kuran’ın yarı kısmı Yahudilerle olan
mücadelelerle doludur.)
Kuran, batıl inançları, puta
tapmayı, hurafeleri ortadan kaldırıp doğru iman yolunu gösterir.
Güzel ahlaka sarılmayı,
kötülüklerden sakınmayı emreder. İnsanlar arasında tam bir eşitlik
sağlanmıştır. İnsanın değeri takva iledir; ırk ve renk ile değildir. Adaleti
temin etmiştir. Aile hayatını tanzim etmiştir.
İlim ve fenne karşı asla
karşı duruş almamış ilmi övmüş, ilk inen ayette oku emri verilmiş, kalem ve
öğretmenlikten söz edilmiştir.
Kısaca temas ettiğimiz bu
esaslar, Kuranı kerimin bir çok ayetindeki açıklamalarının bir özeti
sayılabilir. Bütün bunlardan anlaşılan şudur ki Kuranı kerim fazilete dayalı
imanlı bir toplum ve üstün ahlaklı insanlardan meydana gelen hayırlı bir ümmet,
faziletli bir millet meydana getirmiştir.
Mısırlı Muhammed Hudari
Tarihu teşriil İslami” adlı eserinde Kuran’ın ahkamına dair olan konuları şöyle
sıralar:
1-
Allah Hakları : Allah ile kulları arasındaki münasebeti anlatır. Kulluk
yolunu gösterir. Namaz oruç ve malla yapılan zekat ibadeti bu nevidendir.
2-
Kul hakları: İnsanların birbirlerine karşı olan karşılıklı
vazife ve hakları olup onlarda şunlardır:
a- Dine davet ve Hakk’a irşad;
b- Aile teşkilatı için nizamlar:
evlenme, boşanma, nesep, miras hakları ve saire.
c- İnsanların hayatta muhtaç
oldukları muameleler: alış veriş, ticaret, ve saire.
d- Toplumun nizamını bozanlara
verilecek cezalar: adam öldürme, hırsızlık, zina, iftira cezaları bunları
mahkemeler yürütür.
Fransız
müsteşriklerden Jules La Beraume tarafından “Koran Analyze” adlı bir eser
yazılmıştır ki bunda ayetleri konularına göre sıralamaya çalışmıştır. Bu eser
Tafsili “Ayatil Kuranil Hakim” adıyla Arapça olarak da basılmıştır…
Eser öncelikle 18 bölüme ayrılmıştır:
1- Tarih
2- Hz. Muhammed (s.a.v.)
3- Dini tebliğ
4- İsrailoğulları
5- Tevrat
6- Hrıstiyanlar
7- Metafizik
8- Allah’ın birliği ve tevhid
9- Kur’an
10-
Din
11-
İnançlar
12-
İbadetler
13-
Şeriat
14-
Toplumsal nizam
15-
İlim ve fenler
16-
Ticaret
17-
Ahlak
18-
Kurtuluş
Bu
18 bölümdeki bahisler, ayetler, 350 madde halinde ayrı ayrı sıralanmıştır.
Bunlar içinde ahlak ile ilgili ayetler en fazla yer tutmaktadır…
Kuran’ın
getirdiği yüksek ahlak nizamı arasında en önemli olarak yer alanların bir kısmı
şunlardır:
a-
Şefkat,
b-
Merhamet,
c-
Yoksullara yardım,
d-
Yetimleri gözetmek,
e-
İffet ve namus sahibi olmak,
f-
İnsanlarla iyi geçinip güzel münasebet kurmak,
g-
Barışçı olmak,
h-
Emanete riayet etmek,
i-
Sözünde durmak,
j-
Alışverişte dürüstlük,
k-
Hoşgörü sahibi olmak,
l-
Rüşvet ve israftan kaçınmak,
m- Her türlü lakap takmaktan alay ve
iftiradan sakınmak,
n-
Fesatçılık bozgunculuk yapmamak,
o-
Kibirden ve gururdan uzak durmak,
p-
Hileden kaçınmak,
q-
Hulüm ve isyan etmemek,
r-
Hakk’a tabi olup doğruluktan hiç ayrılmamak, kısacası iyi ve güzel
ahlaklı olup kötü huylardan sakınmaktır.[5]
Merhum Keskioğlu’nun sadra şifa bu
açıklamalarından sonra Kuran’ın inzal edilişindeki yegane amacın Allah’a bağlı,
güzel ve temiz bir toplum meydana getirmek olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Kuran’ın
ele aldığı konular bellidir ve bu konular içerisinde ölülere ait bir bölüm vb.
bulunmamaktadır.
Kuran’ın genel nitelikli
olmasına rağmen ölüleri de kapsayacak nitelikte olan iki duayı bize öğrettiğini
söyleyebiliriz. Bunlardan birincisi İbrahim suresinde geçen “ Ey rabbimiz beni
ana ve babamı ve bütün mü’minleri hesap günü bağışla!” (14/41) ayeti ile Haşr
suresindeki: “Bunların ardından gelenler de "Ey
rabbimiz, derler, bizi ve bizden önceki iman etmiş kardeşlerimizi bağışla;
kalplerimizde iman edenlere karşı kötü bir düşünce ve duyguya yer bırakma.
Rabbimiz! Kuşkusuz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin," (59/9) dualarıdır. Bunları dışında
ise ölüleri ilgilendirecek tek bir ayetten dahi sözedilemez. Buna rağmen Kuranı
ölüler için okuma konusunda gösterilen tutuculuk, taassup ve ısrar gayet ibret
verici bir zihni durgunluğu göstermektedir. Hatta bu işi en başta yapmaması
gereken dini bilgiye sahip kişilerin bu
işi dini bir dayanağı varmışcasına ısrarla sürdürmeleri ve dini hayatı bu gibi
dinde olmayan şeyler üzerinden yaşatmaya çalışmaları izahı pek zor olan bir
durumdur.
Kuran kendisine en başta
sevenlerinin yaptıkları bu haksız muameleyi haketmemektedir. Müslümanların ona
karşı tavırları onu ölülerine değil dirilerine okumak ve okutmak olmalıdır. Onu
ölülere hırs ve ısrarla okuyanların ise yapmaları gereken davranış Kuranı Allah’ın
açıklanmasını istediği gibi açıklamalarıdır. Onu açıklamamak ve onu insanlara
daha da anlaşılamayacak bir biçimde sadece okumasıyla yetinmek din adına ortaya
çıkarılan en büyük vebaldir. Halbuki Kuran’ı açıklamak, anlatmak, insanlara
duyurmak ve onları haberdar kılmak farzdır hatta farzların en büyüğüdür. Onu
sadece anlaşılmayacak bir şekilde okuyup insanları cahalete mahkum etmek ve hali
hazırdaki cahaleti sürdürmelerine razı olmak asla bu kitabın ve ayetlerin
sahibi Allah’ın razı olacağı bir durum değildir. Şimdi bu söylediklerimizi bazı ayetler
açıklamalarıyla delillendirelim:
KURAN’A KARŞI MÜ’MİNLERİN
GELİŞTİRMELERİ GEREKEN TAVIR ONU AÇIKLAMAK OLMALIDIR
Kuranı Kerimin insanlara
açıklanması, duyurulması, anlatılması, Allah’ın onu bilenlere yüklediği bir
görevdir. Bu konu da Yüce Allah alimlerden söz aldığını şöyle beyan etmektedir:
“Allah kendilerine kitap
verilenlerden (alimler kastediliyor.[6]) “Kitabı
mutlaka insanlara anlatacak /açıklayacaksınız ve onu asla saklayıp
gizlemeyeceksiniz.” Diyerek söz aldı. Onlar ise Allah’ın bu sözünü
arkalarına atarak onunla az bir dünyalık kazandılar.( Kitabı açıklamaktan
vazgeçip onu az bir dünyalıkla değiştiler.) Satın aldıkları ne kötüdür. Sakın
ha sen bu yaptıkları (yanlışlarıyla) böbürlenip yapmadıklarıyla (olmadıkları
hallerle) övülmeyi seven kişilerin azaptan / ilahi cezalandırmadan
kurtulacaklarını zannetmeyesin. Onlara acıklı bir azap vardır.” (3/ 187)
Bu ayetten açıkça
anlaşıldığına göre Allah Taala alimlerden, bilginlerden, bilenlerden Allah’ın
kitabındaki hakikatleri gerçekleri insanlara açıklayacaklarına dair söz
almıştır. Ancak özellikle de Yahudi ve Hıristiyan alimler Allah’ın ayetlerini
insanlardan gizlemişler; eksik yanlış yorum ve tevillere yönelmişler; siyasi ve
maddi açıdan sakıncalı gördükleri ayetleri açıklamamışlardır. Bu ayet Allah’ın
son kitabı Kuranı Kerimi açıklamayan, onu insanlara duyurmayan, öğretmeyen buna
karşılık din adamlılığı ile dünyevi geçimlerini sağlayan Ümmeti Muhammed’den
ulema, hoca ve benzerleri için de geçerlidir.
Hatta böyle kişilerin bu tip durumları bir ayette “insanları Allah’ın yolundan
alıkoymak” olarak
değerlendirilmiştir :
“Onlar
Allah’ın ayetleri karşılığında az bir dünyalık aldılar ve insanları Allah’ın
yolundan alıkoydular. Onların bu yaptıkları ne kötüdür.” (9/90)
Kuranı kerimde yüce rabbimiz
“ayetlerinin bilenler tarafından açıklanma” vazifesinin en önemli ibadet
çeşidinden olduğunu beyan etmektedir. Böyle bir ibadeti yapmak ne kadar mühim
ise onu terk etmekte o derece çirkindir. Aşağıda ki okuyacağınız ayetlerde
hakkı ve gerçekleri insanlardan gizleyen ya da yanlış ve eksik yorumlarla
onları aldatanlar, Allah’ın ayetlerini insanlardan gizleyip onlara gerçekleri
duyurmayan ve hakkı açıkça söylemeyen kişiler sert bir üslupla tehdit
edilmektedir :
“Biz
kitapta insanlara ayetlerimizi açıkça anlatmış olduktan sonra indirdiğimiz
açık ayetleri ve hidayeti gizleyenlere ; işte onlara Allah lanet eder ve
lanet ediciler de lanet eder.” (2/159)
“Allah’ın
indirdiği kitabın bir bölümünü gizleyenler ve onu az bir dünyevi karşılık
için satanlar/ değişenler yok mu? Onlar karınlarına ateşten başka bir şey
doldurmuyorlar. Allah kıyamet gününde onlarla konuşmayacak ; onları temize
çıkarmayacak; onlar için elem verici bir azap olacaktır. Onlar doğru yol
karşılığında sapıklığı, mağfiret (af) karşılığında azabı satın almış
kişilerdir. Ateşe ne kadar dayanıklı olabilirler ki? Bu azabın sebebi Allah’ın
kitabını hak olarak indirmiş olması ve kitap hakkında aykırı görüşlere
sapanların derin bir ayrılık içine düşmüş bulunmalarıdır.
(2/174-176
)
Kuran Yolu isimli tefsirde bu
ayetler hakkında şu yorumlara yer verilmektedir:
“Bu ayetlerde dini metinleri
çıkarları doğrultusunda açıklamak / yorumlamak suretiyle gerçekleri insanlardan
saklayan böylece din konusunu kazanç aracı gibi gören bir nevi “din ticareti”
yapan her kişi ve topluluğa karşı bir eleştiri söz konusudur.”(Razi)
Allah ayetlerini yalnızca
insanlar inançlarını amellerini din ve dünya hayatlarını doğru bilgilere
dayandırsınlar; istikamet üzere
olsunlar; kendilerini her türlü yanlış inançtan, kötü davranışlardan korusunlar
kısaca dalaletten korunup hidayeti bulsunlar diye indirmiştir. Bu durumda Allah’ın bildirdiği hakikatleri gizlemek
onları birer çıkar aracı olarak kullanmak Allah’ın indirdiği ayetleri
belirtilen yüce hedeflerinden saptırmak çok ağır bir günahtır. Bu günah
karşılığında elde edilen menfaat ne kadar fazla olursa olsun işlenen suçun
ağırlığına oranla son derece önemsiz kalacağından ayette bu menfaat için “az
bir karşılık “ tabiri kullanılmıştır. Bu suretle kutsal değerleri kullanarak
çıkar sağlayanların bu sayede yiyip içtikleri şeyler gerçekte cehennem
ateşidir. Allah onları kendisine muhatap olmaya değer bulmayacak, onları
arındırmayacak ve sonuçta onları acı bir azaba çarptırarak cezalandıracaktır.”[7]
Kuran’ın ayetlerini
insanlardan gizleyenlerin, insanlara Allah’ın ayetlerini açıkça anlatmayanların
ne denli büyük bir tehlike ile karşı karşıya oldukları görülmektedir. Bunun
vebalini anlayanların bu hallerine son vermeleri, yaptıklarından tevbe etmeleri
gerekir. Peki bu tevbe nasıl olmalıdır? Sadece dille yapılacak bir tevbe bu
günahtan arınmak için yeterli olacak mıdır ?
“Ancak
yaptıklarından tevbe edenler,durumlarını düzelterek Allah’ın ayetlerini
açıklayanlar,işte onların tevbesini kabul ederim.Zira ben tevbeleri çok
kabul eden ve kullarına karşı çok merhametli olanım.” (2/160)
Demek ki sadece dille tevbe
etmek de yetmeyecek ve Allah’ın ayetleri herkese açıklanacak. İşte saklama,
gizleme, anlatmayıp gözlerden uzak tutma günahının kefareti budur. O zaman neme
lazımcılıktan vazgeçerek, ya da insanların kınamasından korkmayı terk ederek
hali hazırdaki durumu düzeltip Allah’ın ayetlerini açıklamak gerekiyor. Bu
Allah’ın alimlere, bilenlere ve dinle ilgili işler yapanlara yüklediği bir
görevdir. Gizli saklı hiçbir ayet kalmaksızın insanlara Kuran’ı ulaştırmak;
insanların arasında Allah’ın kelimesini ve tevhid akidesini yaymak gerekiyor.
Böyle olduktan sonra gizleme günahına tevbenin kabul olunacağı beyan ediliyor.
Rasulullah s.a.v. şöyle buyurdu: “Öyle bir zaman olur
ki ilim insanlardan alınıp kalkar ve insanlar bu ilimden hiçbir şey bilmez
olurlar! Bunun üzerine Ziyad bin Lebid dedi ki ; “Ey Allah’ın elçisi bu nasıl
olur! Biz Kuran okuyor ve okumaya da devam edeceğiz. Biz Kuran’ı kadınlarımıza
ve çocuklarımıza da okutuyoruz. Elbette onlarda kendi kadınlarına ve
çocuklarına da okutacaklardır. Böylece Kuran ta kıyamet gününe kadar okunup
duracaktır. Ey Allah’ın elçisi Kuran böyle okunup dururken ilmin kaldırılması
nasıl olur?
Rasulullah buyurdu ki : “- Ey Ziyad! Ben de seni bu şehrin en
anlayışlısı sanırdım. Sen görmez misin ki; Yahudi ve Hrıstiyanlar da Tevrat ve
İncil’i okuyup duruyorlar! Peki, güzelce anlayıp gereği ile de amel etmeksizin
okumanın onlara bir faydası oluyor mu?”[8]
KURAN’IN
ÖLÜLERE OKUNMASI MESELESİNDE
ALLAH RASULU (S.A.V.)
İN UYGULAMALARI :
Kendisine atfen
“Ölülerinize yasin okuyunuz. Rivayeti bulunan Allah rasulunun uygulamasına
gözatmadan bu konunun iyice anlaşılması ve aydınlatıması mümkün değildir. Kuran
bizzat kendisine nazil olan 23 yıl boyunca onu okuyan okutan yaşayan ve yaşatan
bir şahsiyet olarak kendisi bu hususta nasıl bir tutum sergilemiştir; Bunu
kolaylıkla teşhis etmek mümkündür. Çünkü O dünya hayatında bugüne kadar hiç bir
kimsenin bilinemediği kadar hayatı en
ince ayrıntısına kadar bilinen biridir. Evet, herkesin mahrem kabul
edilebilecek bir hayatı olduğu halde, onun her yer ve zamandaki her türlü
davranışı gözler önünde bulunmaktadır. Dinde gizli saklı sırlı bir şeylerin
kalmaması için ve yine onun herkes tarafından rahatlıkla örnek alınabilmesi
için onun hayatı her yönüyle ortaya konulmuştur. Onun ailevi hayatı bile bu
kadar iyi bilinirken cenaze gibi bir çok kişinin şahit olabileceği bir konuda
onun sünnetinin neler olduğunun bilinmemesi mümkün değildir. Biz de konumuzla
ilgili olarak onun sünnetini öğrenmek için sünnet ve siret kitaplarına müracaat ettik. Cenaze ahkamıyla
ilgili olarak konuyu en detaylı bir biçimde inceleyen İbni Kayyım El cevziyye
Zadul Mead isimli hacimli eserinde şunları aktarmaktadır:[9]
Hz. Peygamber’in cenaze ile ilgili
tutumu en mükemmel bir şekilde idi. Onun bu durumdaki tutumu diğer din
mensuplarınkinden tamamen farklı idi. Onun bu husustaki sünneti öyle şeyler
içermektedir ki bu sayede hem ölüye iyilik yapılmış, ona kabrinde ve diriliş gününde
fayda verecek işler yapılmış, hem ölünün ailesi ve yakınlarına iyilikte
bulunulmuş hem de hayatta kalan kişi bu hususta Allah’a karşı kulluk görevini
en iyi biçimde yerine getirmiş olur. Onun sünneti şöyle idi:
İlk safhada o, kişiyi hastalığı
sırasında ziyaret eder, ona ahireti hatırlatır ve vasiyet yapmasını, tevbe
etmesini telkin ederdi. Yanında bulunanlara da hastanın son sözü olması için
ona kelimei tevhidi telkin etmelerini emrederdi.[10]
Sonraki safhada ise kıyamete ve yeniden dirilişe inanmayanların yaptıkları
gibi yüzlere vurma, elbise yırtma, başları kazıtma, yüksek sesle ağıt yakma,
bağıra çağıra ağlama gibi adetleri yasaklardı. O ölüye saygılı davranmayı,
sessizce ağlamayı ve yürekten üzülmeyi sünnet kılmıştı. O böyle durumlarda ümmetine
Allah’a hamdetmek, istircada bulunmak (انا لله و انا اليه راجعون demek) ve
Allah’tan razı olmak yolunu göstermiştir....
Bir ileri ki
safhada ise O ölüye karşı görevini en iyi biçimde yerine getirir, ölüye iyilikte
bulunur ve onu en güzel bir biçimde donatıp Allah’a sunar; bunun için Ashabıyla
birlikte saf tutarak öncelikle Allah’a hamdederler ve ondan ölüyü bağışlamasını
dilerler, kusurlarını örtmesini niyaz ederler, Allah’tan onun için af ve
mağfiret isterlerdi. Sonra cenazenin önünde kabre konuncaya kadar yürürler ve
definden sonra hep birlikte ayağa kalkarlar ölünün kabri başında ve onun en çok
muhtaç olduğu bir zamanda ölü için Allahtan ölüye sebat vermesini isterlerdi.
Daha sonraları ise tıpkı hayatta olan birinin dünyadayken arkadaşını ziyaret
etmesi gibi ölüyü kabrinde ziyaret eder ona selam verir ve onun affı için
Allah’a yalvarırdı...
Ölüyü hemen donatıp Alla’a
sunma yıkama, temizleme, güzel koku sürme ve beyaz kumaşlarla kefenleme hususlarında
acele edilip sonra ölünün hemen kendisine getirilmesi ve kendisinin de kalkıp
cenaze namazını kıldırması acele ettiği işlerdendi...
Öldüğü vakit ölünün
üzerini örtmek gözlerini yummak yüzünü ve bedenini örtü ile kapamak Hz.
Peygamberin adetiydi...
Ölüyü kefenleme işini üzerine
alan kişiye ölünün kefenine önem vermesini ve beyaz kumaşla kefenlenmesini
emrederdi. Kefenin pahalı bir kumaştan olmasını ise yasaklamıştı...
Savaş meydanlarında ölen
şehitleri yıkatmazdı... Şehitlerden deri ve madeni eşyaları çıkarttırır ve
onları elbiseleriyle gömerdi...
Cenaze namazını kıldırması için önüne
getirildiğinde ölünün borcunun olup olmadığını sorardı. Borcu yoksa namazını
kıldırırdı. Şayet borcu varsa kendisi kılmaz ama ashabının kılmasına izin verirdi...
Allah fetihler nasip edip beytulmal (devlet hazinesi) Hz. Peygamber
borçlularında namazlarını kılmaya başlamıştır. Bıraktığı mallar borçlarını karşılamayan ölülerin
borçlarını beytul malden öderdi...
Cenaze namazı kılmaya
başlayınca tekbir alır Allah’a hamdedip övgüde bulunurdu... cenaze namazından
maksat dua olduğundan hz. Peygamber ölü için çok dualar ederdi ki bunlardan bir
çoğu bize nakledilmiş bulunmaktadır.[11]
Uzakta bununan bir kimsenin cenaze namazını
kılmak hakkında mezhepler arasında bazı görüş ayrılıkları bulunmaktadır.
Hanefiler ve malikiler bunu sünnet görmemektedirler. Hanbelilerce meşhur olan
görüş ise her halukarda uzakta bulunanın cenazesinin kılınabilineceğidir.[12]
Ölüyü güneş doğarken,
batarken ve tam tepedeyken defnetmezdi. Kabrin kıble tarafına bir yarık oymak
kabri derinleştirmek sünnetiydi. Nakledildiğine göre ölüyü kabre koyarken (بسم الله و
بالله و على ملة رسول الله)
Veya بسم الله وفي سبيل الله
و على ملة رسول الله)) derdi.
Ölünün defni bittikten sonra ashabıyla beraber
ayağa kalkar ve ölünün iman özere sebat etmesi için dua eder orada
bulunanlardan da dua etmelerini isterdi.
Günümüz insanlarının
yaptıkları gibi kabrin başında oturup Kuran okumaz ve ölüye telkinde
bulunmazdı. [13]
Kabirleri yüksek yapmak, yapımında tuğla, taş ve kerpiç kullanmak çamur
vs. ile sıvamak, üzerine kubbeler yapmak sünneti değildi.[14]
Kabrini belli etmek istediği kimsenin kabrine alamet olarak bir taş dikerdi.
Kabirlere
karşı saygısızca davranmamak, onları çiğnememek, üzerlerine oturmamak ve onlara
yaslanmamak onun adetiydi. O ayrıca kabirleri mescitlere çevirerek onların
yanında ya da onlara doğru namaz kılınmasını yasaklamaktaydı.
Hz. Peygamber ashabının mezarlarını onlara için dua etmek, rahmet
dilemek, amacıyla ziyaret ederdi. Ümmetini meşru kılıp sünnet kıldığı ziyaret
şekli de budur. O kabirleri ziyaret ettiğinde şöyle derdi:
السلام عليكم اهل الديار من المؤمنين والمسلمين وانا
ان شاء الله بكم لاحقون نسال الله لنا و لكم العافية
Hz. Peygamber kabirleri ziyareti sırasında cenaze
namazını kıldırırken okuduğu gibi dua eder Allah’tan rahmet ve af dileklerinde
bulunurdu. Hz. Peygamberin bu husustaki tavrı sadece tevhitten ve ve ölüye
iyilikte bulunmaktan ibarettir. Müşrikler ise onun davranışlarının aksine ya
ölüden ihtiyaçlarını gidermesini isterler yahut onların yanlarında dua etmenin
mescitlerde yapılan dualardan daha üstün olduğuna inanarak
ölünün yanında dua ederler. [15]
Hz.
Peygamber ölünün ailesine taziyede bulunurdu. Fakat sevabını bağışlamak
üzere kabri yanında ya da herhangi bir yerde Kuran okumak onun davranışları
arasında değildi. Bunların hepsi sonradan ortaya çıkmış bidatlerdir.[16]
Cenaze ile ilgili davranışları bu kadar açık olan bir peygamberin
ve ashabının bugün iddia edildiği üzere yasin suresini ölüler için okunmasını
söylemiş olması düşünülemez. Çünkü bunu sünnet kılmış olsaydı en başta kendisi
yapardı. O böyle bir şeyin Kuran’ın inzal ediliş gayesine terş düşeceğini en
iyi bilen kişiydi.
“İlk nesillerin dinamizm
ve bereketi, Kuranı uygulamak amacıyla okumalarından kaynaklanıyordu. Onlar
Kurana kültürlerini geliştirme, bilgi edinme, haz duyup tatmin olma gibi
maksatlarla yanaşmazlardı. Onlar Kuranı Allah’ın emirlerini öğrenmek üzere
okurlar ve her emri de savaş alanında, aldığı günlük emri hemen uygulayan bir
ordu gibi duyar duymaz yerine getirirlerdi. İşte bu, uygulamak üzere öğrenme
bilincidir.”
Prof. Dr. Seyyit Kutup
ASHABIN BU
KONUDAKİ DAVRANIŞLARI
O’nun ashabının ölülerine yasin
okumadıklarını bariz olarak İmam Malik’in bu husustaki fetvasından biliyoruz.
Çünkü o medine ehlinin amelini delil
göstererek yasin suresinin değil ölüye, ölmek üzere olan kişiye bile okunmasını
mekruh görmektedir.[17]
Bu hususta
onlardan sahih sayılabilecek hiçbir rivayet yoktur. Yalnız burada kafa
karışıklığına yol açan bir rivayetten sözetmek istiyorum. Bu İbni Ömer’in
kendisinin defninden sonra kabri başında Bakara suresindeki son iki ayetin
okunmasını vasiyet ettiğine dair yapılan bir rivayettir. Halbuki bu rivayet
senedi sahih olmayan şaz[18]
bir rivayettir.[19]
Bu rivayetin sahih
olduğunu varsaysak bile onun bu davranışı bunun sünnet olduğunu göstermez.
Fakat onun bu vasiyeti (rivayetin doğruluğunu varsayarak söylüyoruz) Bakara
suresi son iki ayetinin iman esaslarını hatırlatıcı ve dua içerikli olması
sebebiyle yaptığını düşünebiliriz. Onun bu iyi niyetiyle yaptığı vasiyetine
bugün Kuran’ın kabristan kitabı haline getirilmesi yada ölüye dua mecmuası gibi
algılanmasına sebep olacak tarzda anlamak ve batıl bir işi sürdürmek için
sarılmak İslamın iyice zayıflamasına zemin hazırlamaktır. Halbuki Kuran tüm
insanlığa açıkça anlatılmayı hakeden bir kitaptır.
4- MEZHEPLERİN GÖRÜŞLERİ
Bu konu malesef açıkça fıkıh alimlerimizin hadislerden
hüküm çıkarma metotlarıyla ciddi bir biçimde yüzleşmenin gerektiği bir konudur.
Çünkü kılı kırk yarmasıyla şöhret bulan fakihlerimizin, asıl fıkhetmek gereken
böyle bir konuda hadisçiler tarafından çok zayıf görülen hatta mevzu hadis
kitaplarına dahi giren hadisleri delil getirmek suretiyle şeri hüküm bina
etmeye çalıştıklarını görmemiz bizi gerçekten yaralamış ve fıkıh alimlerimizin
istinbat kabiliyetlerine karşı itimadımızı sorgulamaya müncer olmuştur. Halbuki
konu çok açıktır. Ancak bu kadar açık bir konuyu anlayıp hakkı teslim etmek
varken zayıf hatta mevzu hadislerle bir
bidati bile bile tervic etmeye çalışanlar ümmeti Muhammed’in bugünkü durumundan
tam manasıyla mesul olan kişilerdir.
Fıkıh mezheplerinin bu konudaki görüşlerini şu şekilde özetlemek
mümkündür:
Hanefiler
Peygamberden sahih bir rivayet gelmediği gerekçesiyle kabir yanında Kuran
okumayı mekru gören Ebu hanife’ye[20]
rağmen kabir ziyareti sırasında yasin suresinin okunmasını müstahap
görmüşlerdir.[21] Dayanakları
olan hadis ise Ölülerinize yasin okuyun! rivayeti ile hadis krıterleri açısından
mevzu düzeyinde bir rivayettir.[22]
Hanbelilerde aynı şekilde konu ile ilgili birbirinden
zayıf[23]
iki rivayet delil getirerek kabir yanında Kuran okumakta beis olmadığını
söylemişlerdir.[24]
Malikilerin öncekileri ise selefin böyle bir amelinin
olmadığını öne sürerek bunu mekruh saymışlardır. Fakat sonraki maliki
fakihlerin bunu caiz gördükleri anlaşılıyor.[25]
Şafilere gelince onlarda meşhur olan görüş ölüye
başkasının yaptığı bir amelin sevabının ulaşmayacağıdır. Fakat şafilerin de
sonraki fakihleri ölülere Kuran okuma lehine bu görüşlerinden vazgeçmişlerdir.[26]
Mezhep fakihlerinin bu konu hakkındaki görüşleri gayet
ibret vericidir. Çünkü mezhep kurucularının bu konuya cevaz vermedikleri
bilindiği halde sonraki fakihler bunu caiz gösterme yarışına girmişlerdir.
Mevzu düzeyindeki aşırı zayıf rivayetleri fezail babında kabul ederek müstahap
ya da mendup görmüş olmaları da yukarıda da belirttiğimiz gibi ibretamiz bir
durumdur. Dinde asıl kaynakların ve sahih olan davranışların malesef
fakihlerimiz katında aşırı zayıf haberler kadar kıymeti harbiyesinin olmamasını
kime ne ile izah edebileceklerini düşünmeden edemiyoruz.
5- DİĞER ALİMLERİN GÖRÜŞLERİ
Fahruddin Er Razi
yasin suresinin ölmek üzere olan birine okunmasının sebebini şu şekilde
açıklamaktadır: Ölüm anında insanın
kuvveti zayıftır. Dermandan düşmüştür. Fakat kalp bütün varlığıyla Allah’a
yönelir. Öyleyse bu sırada ona kalbinin kuvvetini artıracak tasdikini takviye
edecek yakinini güçlendirecek bir şey okumalıdır. İşte yasin suresinde bütün bu
özellikler mevcuttur. Zira onda yeniden dirilme, kıyamet halleri, eski
milletlerin durumları, sonlarının beyanı, kaderin isbatı, tevhidin ispatı, Allah’ın
zıttı ortağı bulunmadığının beyanı, kıyamet alametleri, yeniden dirilme ve
haşrin vukuu arasatta huzuru ilahide toplanma, hesap ceza ve hesaptan sonra dönülecek
yerler vs. hepsi bu surede bulunmaktadır. Bunun okunması kişide bütün bu
ahvalin hatıratını yeniler ve dinin temel meselelerine karşı uyarıda bulunur
kabir ve kıyamet ahvalinden kendisini bekleyen şeylere hazırlanır.[27]
Abdulaziz bin Baz’ın konuyla ilgili görüşü:
Zayıf bir hadiste
Rasulullah’ın ölülerimizin yanında yasin okumamızı emrettiği rivayet
edilmektedir. Ancak bu hadis zayıftır. Sahih sünnet (ki o da okunmamasıdır) üzerine
tercih edilecek bir konumda değildir. Alimlerimiz buradaki ölüleriniz ifadesini
ölmek özere olan kimseler olarak yorumlamaktadırlar. Buna göre ölmek üzere olan
birine eğer aklı başında ise ona vaaz ve yönlendirme olur ve bundan istifade
eder niyetiyle yasin suresinin ya da bir başka surenin okunmasını müstahap
görmektedirler. Onların bu yorumları her ne kadar yerinde olsa da bunun sünnet
olduğunu ispatlamaz. Bunun için delil getirmek icap eder. İş bu hadis ise
tahkik ehli yanında delil olmaktan uzaktır. Hadisteki İbni Osman tanınmayan
biridir.[28]
Alimlerimiz bu hadiste geçen ölülerinize ibaresini ölmek
üzere olan hastalarınıza şeklinde yorumlamışlardır. Bunun bir benzeri
Ölülerinize
) (لا اله الا الله
telkin ediniz! hadisinde de bulunmaktadır. Burada ki ölülerinize ibaresinin hakikaten
ölmüş olan kişiler olmadığı açıktır. Bu hususta mezkur hadisin geçtiği
kitaplarda Ölüleriniz ifadesiyle maksadın ölmek üzere olanlar olduğu
anlatılmıştır.[29]
Nesai’deki[30]
rivayet iki tanınmış alimin görüşleri alıntılanarak açıklanmıştır:
1- Kurtubi bu hadisin anlamının, Lailahe illallahı söyleyiniz
ve ölüm anındaki kişilere hatırlatınız. Ölüm kendilerine yaklaştığından bu kişilere
ölüleriniz denildiğini söyler.
2- Nevevi de : Ölüleriniz
ifadesinin anlamı ölümü yaklaşmış kimselerdir. Lailahe illah’ı telkin ediniz
demek her kimin son sözü lailahe illah olursa cennete girer hadisinde
belirtildiği gibi kişinin son sözü olmasına yöneliktir, der.[31]
8-
RİVAYETİN SENET BAKIMINDAN
TAHLİLİ
İbnu’l-Medini: Senette adı geçen Ebu Osman hakkında:
“Ondan
sadece Süleyman et-Teymi rivayette bulundu. O meçhuldür” dedi.[32]
Zehebi [33]: “Ne Ebu
Osman ne de
babası tanınmıyor. Ondan sadece Süleyman et-Teymi rivayet etti” dedi.
İbnul Kattan bu rivayetin muzdarip olduğunu hem
ızdırab hem vakf hem de ravinin tanınmamasıyla illetli olduğunu söylemiştir.[34]
Cehaletur ravi (ravinin bilinmemesi) ile ilgili olarak bu rivayetin senedinde
ki Osman’ın ve onun babasının tanınmayan kişiler olduklarını bildirir.[35]
İbnul Munziri hadisteki cehaleturravi illetini öne
sürerek bu hadisi zayıf kabul etmektedir.[36]
Ebu Bekir İbnul Arabi Darakutnide bu
rivayetin metninin meçhul; isnadının ise zayıf olduğunu ve bu hususta sahih hiç
bir rivayet olmadığını nakleder.
Nevevi El ezkar[37]
da bu hadisi zayıf olarak gördüğünü söylemektedir.
Elbani de bu
hadisi zayıf bulduğunu belirtir.[38]
SONUÇ ve
DEĞERLENDİRME:
Bütün bunlardan sonra kesinlikle varılacak sonuç ölülere Kuran tilaveti
gibi bir fiilin ne peygamber ne ashap tarafından bilinmediği ve uygulanmadığı
gerçeğidir. Bu çalışmamızda alimlerimizin bu hakikatı yeri geldikçe
açıkladıklarını görüyoruz. Yine konumuz olarak incelediğimiz hadisin aslında
çok zikredilmesine rağmen yanlış anlaşıldığını da öğrenmiş bulunuyoruz. Demek
ki genel olarak aslında Ölülere Kuran tilavet etmek dinimizde bulunmayan ve
sonradan çıkarılmış bir bidatten başka bir şey değildir.[39]
Bunu ısrarla sürdürmek büyük bir vebaldir. Bu bidat ümmet içerisinde, değil
sünnetlerin terkine hatta vaciplerin ve farzların terkine, dahası iman ve
İslam’ın yokolmasına sürükleyen bir konumdadır. Çünkü başta da söylediğimiz
gibi Kuran sadece tilavet edilmekte fakat açıklanmamaktadır. Ölülere okunmakta
fakat diriler unutulmaktadır. Halk Kuran’ın bir manasının bulunduğundan bile
habersizdir. Kuran’ı ölülere dua mecmuası zannetmektedir.
Bu konuyu ölülerin
başkalarının yaptıkları amellerden fayda görür mü görmez mi? şeklinde tartışmak
gayet yersiz bir tartışmadır. Evet ölüler çocuklarının ya da diğer
müslümanların yaptıkları dua, onlar adına verilen sadaka vb. şeylerle fayda
görebilirler. Bunda ümmetin icması bulunmaktadır.[40]
Ancak Kuran tilaveti böyle değildir.
Çünkü bu Rasulullah’tan ve ashabından duyulmamış ve görülmemiştir. Fakat o Ölünün
sadakai cariye, salih evlat ve faydalanılan ilim bıraktığında öldükten sonrada
fayda göreceğini bildirmiştir.[41]
Aynı zamanda ölünün ardından sadaka vermek yada bazı yapılamamış ibadetleri
onun adına eda etmek sahih rivayetlerde yeralmaktadır.[42]
Fakat Kuran tilaveti bu işlerin içinde yoktur. Çünkü Kuran dirilerin okuması
anlaması ve yaşamaları içindir. Bu bilince halel getirecek her davranıştan
mutlaka kaçınılmalıdır. Ölülere Kuran okumanın bidat olduğuna dair şu
delillleri zikrederek konuyu toparlayabiliriz:
1. İmam Malik “Bugün size dininizi
tamamladım” ayetini “O gün din neyse bugünde aynıdır. O gün dinden olmayan
bugünde dinden değildir O gün dinden olan bir şey de bugün asla “dinden
değildir” denilerek inkar olunabilinecek değildir.” şeklinde açıklamış ve neyin
dinden olup neyinde olmadığını anlamamız için bizlere çok güçlü bir usul göstermiştir.
O gün Ölülere Kuran tilaveti diye bir iş
asla bilinmemekte idi.
2. Hz. Rasulullah biz ümmetine
Allah’ın kendisine bildirdiği her hayrı göstermiştir. Allah c.c. bir ayette: Ey
Rasul Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Eğer yapmazsan risaletini tebliğ
etmiş olmazsın.[43] buyurmaktadır. Hz. Aişe bu
ayetin açıklamasında: “Eğer kim Muhammed s.a.v. Allah’ın indirdiklerinden bir
şeyi gizledi derse yalan söylemiştir.” diyerek ardından bu ayeti okumuştur.[44] Buna
göre Allah’ın elçisi bize Ölülere Kuran tilavet etmeyi tebliğ etmediğinden bu
işin meşru olmadığını rahatlıkla söylemek mümkündür.
3. Rasulullah (s.a.v.) bir
hadisinde: “Ey İnsanlar! Sizi cennete yaklaştıracak ve cehennemden
uzaklaştıracak hiçbir amel yoktur ki ben size onu emretmiş ya da sizi ondan
yasaklamış olmayayım.” Buyurmaktadır.[45] Buna
göre eğer ölülere Kuran okuma işi Allah’a yakınlaştıracak bir amel olsaydı onu
Rasulullah (s.a.v.) mutlaka bize bildirmiş olurdu. Sadece bu bile bu fiilin
dinde yerinin olmadığını ispat etmeye kafidir.
4. Rasulullah s.a.v. : “Her kim
bizim emrimizin dışında bir amel yaparsa kabul edilmez.”[46] Buyurmaktadır.
5. Rasulullah (s.a.v.) bir hadisinde
de : “ Her kim bizim dinimizde olmayanı ortaya atarsa o kabul edilmez.”
Buyurmuştur.[47]
6. Rasulullah (s.a.v.) Cuma
hutbelerinde : “Bundan sonra (biliniz ki) en hayırlı söz Allah’ın kitabı, yolların en hayırlısı da Muhammed’in yoludur.
İşlerin en kötüsü sonradan ortaya atılanlardır. Her sonradan ortaya atılan
bidat, dalalettir. Her dalaletin yeriyse cehennemdir.” buyurmaktadır.[48] Buna
göre Ölülere Kuran tilavetinin hem dinde yeri olmamakla birlikte bidat olması
açısından dinde büyük bir tehlike oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bu bidat başka küçük sayılabilecek bidatlere asla benzememekte ve İslam’ın özüne
tamamen aykırı bir durum arz etmektedir.
[1] Ebu Davut, Cenaiz, bab:
24, hadis no:3121 ; İbni Mace, 4/1448, Ahmet b. Hanbel, 19789; Makıl b. Yesar’dan gelen rivayettir.
[2] Gelin Müslüman Olalım;
Mevdudi; Pınar yay.
[3] Fızılalil Kuran’da Davet
Yolu Haz. Ahmet Faiz; Seçkin Yay.
[4] Son İlahi Kitap Kuran-ı
Kerim; D.İ.B.Yay. s. 88
[5] A.g.e. s: 91
[6] Keşşaf Tefsiri, Zamahşeri
Ali imran 187
[7] Kuran Yolu Tefsiri; Hay.
Karaman ve arkadaşları
[8] İbni Mace no:4048
[9] Zadul Mead, 1 cilt, s. 475
[10] Müslim, 916; Ebu
Davut,3117 Nesai, 4/5
[11] Zadul Mead; Cenaze
Duaları; cilt 1, s. 482
[12] A.g.e. s.496
[13] A.g.e. s. 497
[14] A.g.e. s. 499
[15] A.g.e. s. 501
[16] A.g.e. s. 501
[17] El- fıkhul İslami ve
Edilletuhu c.2 s. 551
[18] Zayıf hadisin kısımlarındandır. Kendinden
tercihe daha layık olan hadislere ters bir hüküm içeren hadis demektir. Hükmü
merduttur. (Teysiru Mustalahatul Hadis; Mahmut Tahhan)
[19] Kuran Niçin İndirildi Fecr yay. s. 65
[20] El-İhtiyar Li-Talil il Muhtar c,4
s,179
[21] Raddul Muhtar, C.3 s.
503; El- fıkhul İslami ve Edilletuhu c.2 s. 540
[22] Kabirlerde Kuran Okumak;
Seyfullah Erdoğmuş; Bölüm 8, Uydurma rivayetler içinde 2. rivayet tahrici
yapılmıştır.
[23] El- fıkhul İslami ve
Edilletuhu c.2 s. 551 dipnot; Ayrıca hadislerin tahrici için bk. Kabirde Kuran
Okumak, Seyfullah Erdoğmuş s.26-27
[24] El- fıkhul İslami ve
Edilletuhu c.2 s. 551
[25] A.g.e. c. 2 s.551
[26] A.g.e. c. 2 s.551
[27] Kütübü-s Site Şerhi İbrahim Canan; c.15, s.
239
[28] Abdulaziz b. Baz, Fetvalar, c. 13 s. 93
[29] İbni Mace, Cenaiz, bab:3
h. no: 1444; Müslim; Cenaiz, bab:1
[30] Nesai Cenaiz, bab:4
[31] Kuran Niçin İndirildi,
Fecr yay. s. 55
[32] tehzibu ttehzib c.6 s.
407
[33] El Mizan c. 4 s. 550
[34] İbni Hacer Askalani,
Telhıs 2, 104
[35] A.g.e. 2, 104
[36] Ebu Davut, Cenaiz, bab:24
h. no :3121 dipnot
[37] El Ezkar, s. 117
[39]Abdülaziz b. Abdullah b. Baz’a
“Kuran’ın Ölülere Tilaveti” sorulduğunda o şu cevabı vermiştir:
“Bu caiz olmayan bir iştir. Çünkü Peygamber
(s.a.v.) : “Kim bizim din işimizde onda olmayan
bir şeyi icat ederse o reddedilmiştir.” buyurmaktadır. Bu manadaki hadisler
çoktur. Ölülerin kabirleri üzerine Kuran okumak ya da onları anmak için günler
düzenleyerek (onların ruhlarına) Kuran okutturmak ne Peygamber’in (s.a.v.) ne de raşit
halifelerinin sünnetinde yoktur. Hayrın ve doğruluğun tamamı Peygamberin ve
onun raşit halifelerinin yolunda gitmektir. Nitekim Allah Taala şöyle
buyurmaktadır: “Muhacir ve Ensardan ilk öncekiler ve onlara iyilikle uyanlar
Allah onlardan razı, onlarda Allah’tan razı olmuştur. Ve onlar için içinde
ebedi kalacakları altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük
kurtuluş budur.” Hz. Muhammed (sav) de şöyle buyurmaktadır: “Benim ve benden
sonra ki doğruluk üzere olan raşit halifelerimin yolu üzere olunuz. Buna
sımsıkı tutununuz. Hatta bu yolu kaybetmemek için azı dişlerinizle ısıracak
kadar yoluma yapışınız. Sonradan ortaya çıkarılacak işlerden uzak durunuz. Çünkü
her sonradan ortaya çıkarılan iş bidattir ve her bidatte sapıklıktır.” O (sav)
bir hutbesinde şöyle demektedir: “Bundan sonra … gerçekten sözlerin en
hayırlısı Allah’ın kitabıdır ve yolların en doğrusu Muhammed’in yoludur.
İşlerin en şerlisi ise sonradan ortaya çıkartılacak olanlarıdır ve her sonradan
otaya çıkarılansa ancak sapıklıktır.” Hirasetüt Tevhid s. 126
Prof. Dr. M.Zeki Duman ise ölülere
Kuran tilavetinin bidat olması konusunda şunları söylemektedir:
“Ölüler için Kuran okumak hatim indirtmek
40.ve 52. geceleri merasimler yapmak Rasulullah’ın saadet asrında yapılmayan,
sonradan din olarak ortaya çıkarılmış bidatlerdir.” Kuran ve Müslümanlar, Fecr
Yay. s. 240
[40] Tac, c.1 s.421
[41] Müslim, Vesaya, bab: 3 h.
no: 1231; Ebu Davut, h. no: 2880, Tirmizi, h. no: 1376
[42] Tac, c.1 s. 421 dipnot
[43] Maide 67
[44] Buhari, h. no: 4212
[45] İbni Ebi Şeybe Musannef,
34332 ; Hakim Müstedrek, 2136
[46] Buhari, 1718
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder