MEVDUDİ'DEN "ZİLLET İÇİNDEKİ
MÜSLÜMANLAR" YAZISI
Kardeşlerim! Kendimize Müslüman der, Allah’ın
Müslümanlara rahmet yağdırdığına inanırız. Fakat gözlerimizi açalım ve bu
rahmetin bize gelip gelmediğine bir bakalım. Bu rahmetten ahiretteki rahmeti
anlıyorsanız orada size ne olacağını ölmeden önce bilemezsiniz, ama dünyadaki
durumunuzu elbette görebilirsiniz.
Mesela şunu düşünelim: Biz Müslümanlar şu dünyada o
kadar kalabalık bir topluluk oluşturmaktayız ki, her birimiz ufak bir taş atsa,
bir dağ meydana gelir.
Halbuki Dünya da bu kadar çok Müslüman toplum ve devlet
olduğu halde, Dünya Allah’a isyan edenlerin elinde; Boyunlarımız onların
pençeleri arasında, onlar nereye isterlerse oraya çevriliyor; sadece Allah’ın
huzurunda eğilmesi gereken başlarımız insanlara da eğiliyor; Kimsenin el sürmeye
cesaret edemediği şerefimiz şimdi ayaklar altında. Bir zamanlar sadece Allah’a
açılan ellerimiz şimdi alçalıp düşmanlarımıza da açılıyor. Bunların
yanında din cahilliği, taassupçuluk,
tutuculuk, fakirlik ve zillet bize her yerde yüz karası olmuş vaziyette.
Bu mu Allah’ın üzerimize olan rahmeti! Eğer bu bir
rahmet değilse ve daha çok bir lanet ve gazap emaresi ise niçin bize
gönderilmektedir. Hem Müslümanız hem zelil; hem Müslümanız hem sömürge. Eğer biz
Müslümanlar Allah’ın sevdiği kişilersek nasıl böyle utanılacak hor ve hakir bir
muamele görüyoruz?
Eğer Allah’ın adaletsiz olmadığını ve Müslüman olmanın
utançla sonuçlanmayacağını söylüyorsanız o zaman İslam ve Kur’an’ı anlayışımızda
bir hata olduğunu itiraf etmek zorundayız. Evet nüfus cüzdanlarımızda “İslam” yazsa
bile biz Allah’ın bizi orada yazana göre değerlendirmeyeceğini bilmeliyiz. O bizi
şunlara göre değerlendirecektir: “Allah c.c. O’nu tanımamız ve O’na nasıl itaat
edeceğimizi öğrenebilmemiz için Allah bize Kitabını gönderdi; İçinde ne
yazdığını hiç araştırdık mı? Bize nasıl Müslüman olmanız gerektiğini öğretmesi
için peygamberini yolladı; Peygamberini düzgünce tanıyıp anlamaya çalıştık mı? Allah c.c. hangi inanç
ve davranışlardan kaçınmamız gerektiğini açıkça bildirdi; Bunlardan kaçınıyor
muyuz? Eğer Allah’ın Kitabı ve Peygamberi hakkında hiçbir araştırma
yapamadığımızı ve onların istedikleri yoldan yürümediğimizi itiraf ediyorsak, o
zaman nasıl böyle rahatça Müslüman olduğumuzu ve onun iyilik ve rahmetlerini hak ettiğimizi iddia
edebiliriz. Bu dünyada ve ahirette iyilik ve rahmet ancak iyi bir Müslüman olup
olmamamıza bağlıdır; başka şeye değil.
Bakınız; kendisine “ müslüman” diyen biriyle bunu
diyemeyen biri arasındaki tek fark bilgi ve uygulama konusundadır. Mesela Kafirler
Kuran okumaz ve içinde ne yazdığını bilmezler; Eğer biz Müslümanlar da onlar
gibiysek niçin bize “Müslüman” deniyor?
Kafirler Hz. Muhammed’in öğrettiklerini ve Allah’a ulaşmak için gösterdiği
doğru yolu bilmezler; Eğer biz Müslümanlar da onlarla aynıysak nasıl Müslüman
olabiliriz? Kafirler Allah’ın öğrettiklerinin yerine kendi isteklerinin peşine
giderler. Eğer biz Müslümanlar da onlar gibi hevamıza nefsimize düşkünsek nasıl
kendimizden hiç tereddüt etmeden Müslüman olduğumuzu söyleyebiliriz? Kafirler de
helal ve haram ayırt etmezler; biz Müslümanlarda böyle davranıyorsak aramızdaki
fark nedir? Hakikat şu ki kendisine “Müslüman” dediği halde bilgi ve davranışı
bir kâfirinkiyle aynı olan biri açık bir ikiyüzlülük yapmaktadır.
Şimdi yukarıdaki ilk sorumuza gelelim ve bu veriler
ışığında konuyu yeniden ele alalım: Eğer biz Müslümanlar da en az kafirler
kadar İslam hakkında bilgiden yoksun iseler ve bir Müslüman bir kafirin yaptığı
her şeyi yapıyorsa niçin bir kafirden daha üstün ve akıbeti onunkinden farklı
olsun ki? Hepimiz bu soru üzerinde ciddi olarak düşünmeliyiz. Sevgili
kardeşlerim ! Müslümanlara kafir damgası vurduğumu asla düşünmeyin. Amacım bu
değil. Kendi kendime soruyorum ve sizlerden de samimiyetle kendinize sormanızı
istiyorum: Niçin Allah’ın rahmetinden yoksun yaşıyoruz? Niçin güçlük ve
sıkıntılar dört bir yandan üzerimize çökmüş? Neden aralarımız açık ve
birbirimizin kanını döküyoruz? Neden kafirler bizi her yerde yönetiyor? Biz
Müslümanlar neden dünyanın pek çok yerinde kafirlere bağımlı yaşıyoruz?
Bu durumumu düşündükçe kafirlerle aramızdaki farkın
neredeyse sadece isimlerimizde kaldığına ikna oluyorum. Çünkü ona karşı
ilgisizlikle, Onun korkusundan yoksunlukta ve ona karşı itaatsizlikte
kafirlerden hiçbir şekilde geri kalmıyoruz.
Kurana (davranışlarımız bakımından) yaklaşımımız
kafirlerinkiyle aynı olsa bile biz Kuranın Allah’ın Kitabı olduğunu biliyoruz,
onlar bilmiyorlar ama onun hayatımızdaki yeri kafirinkinden farklı değil ve bu
hepimizin cezayı daha çok hak etmesine yol açıyor. Hz. Muhammed’in Allah’ın
Peygamberi olduğunu biliyoruz ama onu izlemeye gelince bir kafir kadar
isteksiziz. …İşte bu yüzden Allah’ın rahmetine erişemiyoruz. (Buna göre şu
ortaya çıkıyor) biz sadece görüntüde Müslümanız. Gerçek şu ki, Allah’ın
hâkimiyetini kabul etmeyenlerin bizi yönetmeleri, bizi her fırsatta utanca
sürüklemeleri, Allah’ın en büyük hediyesi İslam’ı ihmal ettiğimiz için
cezalandırıldığımızı gösteriyor.
Öğrenme gereği:
Gerçek bir Müslüman olabilmenin ilk şartı “İslami
bilgi”dir. Her Müslüman Kuranı, Hz. Muhammed’in öğütlerini İslam’ı ve İslam’ı
küfürden gerçekten ayıran şeyleri öğrenmelidir. Bu bilgi olmadan kimse Müslüman
olamaz. Acı olan şu ki bu bilgiyi elde etmek için hiç istek duymuyorsunuz. Bu da ne kadar büyük bir mükafaatten mahrum
kaldığınızı hala anlayamadığınızı gösteriyor.
Kardeşlerim! Bir anne, çocuğu ağlayıp istemedikçe ona
süt vermez. Bir insan susadığı ve su aramaya başladığı zaman Allah onu suya
götürür. Eğer kendiniz susuzluğunuzun farkında değilseniz su dolu bir bardağın
önünüzde durmasının bir faydası yoktur. İlk önce İslam’a karşı kayıtsız
kalmakla ne kadar büyük bir kayıpta olduğunuzu anlamalısınız. Mesela bir alkol
belasının toplumumuzu nasıl etkilediğini hiç araştırdınız mı? Trafik
kazalarının ve adi cinayetlerin büyük bir kısmının sadece bunun neticesi olması
hiç mi düşündürücü değil… Yahut bir yılda fuhuş sektörüne akan paralarımızın
miktarının devasa bir yekün tuttuğu gerçeği bizi hiç mi ilgilendirmiyor? Ailede
hızla yaşanan çözülme ya da sokağın soğuk ellerine teslim edilen nesiller
bizden hiç mi sorulmayacak sanıyoruz?
Allah’ın kitabı sizin yanınızda ama siz onun içinde ne
yazdığını bilmiyorsunuz. Daha İslam’ın ilk basamağında ezberlediğiniz kelime-i
tevhidin size yüklediği sorumluluğu değerlendirmek bir yana daha onun ne anlama
geldiğini bile bilmiyorsunuz Bir Müslüman için bundan daha büyük bir kayıp
olabilir mi?
Ekinler yandığı zaman meydana gelebilecek zararı
bilebilirsiniz; geçiminizi sağlarken doğacak bir kaybın sebep olacağı sıkıntıyı
bilirsiniz; mal kaybından kaynaklanan zararı da bilirsiniz. Ama İslam’a karşı
kayıtsızlığınızın getirdiği kaybı bilmiyorsunuz.
Bu kaybın farkına vardığınızda mutlaka bu
kayıtsızlıktan kurtulmak isteyeceksiniz. Böyle bir istek de Allah’ın izniyle
onun lutfuna sahip olabileceğinizi gösterir.
Müslümanlar Kuranı nasıl anlıyorlar?
İslam kardeşleri! “Allah” kelimesine Hz. Muhammed’e
gönderildiği gibi asıl şekliyle bozulmadan sahip olan tek şanslı topluluktur.
Buna karşılık aynı Müslümanlar “Allah “ kelimesinin inananlara bahşettiği
sayısız fayda ve güzellikten mahrum kalma şanssızlığını da yaşıyorlar. Kuran
onlara onu okumaları anlamaları ona göre hareket etmeleri ve onun yardımıyla
Allah’ın dünyasında O’nun kurallarını yerleştirmeleri için gönderildi. Ve tarih
gösterdi ki ne zaman onun gösterdiği şekilde davrandılarsa dünyanın lideri
oldular.
Fakat bugün Kuran’ın pek çok Müslüman için yararlı
olmayışının nedenleri, onu cinleri ve hayaletleri uzaklaştırmak için evlerinde
tutmaları, muskalar içine yazıp boyunlarına asmaları ya da bu muskaları ıslatıp
suyunu içmeleri ya da anlamını kavranmadan bir ücret almayı bekleyerek
okumalarıdır. Onlar artık Kurandan hayatları için bir öncülük yapmasını
beklemiyorlar. İnançlarının ahlaklarının uygulamalarının ve davranış
biçimlerinin nasıl olması gerektiğini dost ve düşmanla olan ilişkilerde hangi
ölçülerin gözetilmesi gerektiğini, kendilerinin ve çevresindeki insanların
haklarının neler olduğunu öğrenmek için Kurana danışmıyorlar artık. Neyin doğru
neyin yanlış olduğunu kime itaat edip kime etmeyeceklerini dostların ve
düşmanların kimler olduğunu saygının iyilik ve faydanın nerede, utanmak gereken
şeyin eksiklik ve kayıp sayılması gereken şeylerin nerede olduğunu ona
sormuyorlar. Biz Müslümanlar bu önemli şeylerin cevabını Kuran’da aramaktan
vazgeçtik artık. Onun yerine kafirlere müşriklere yanlış yollara sapmış bencil
insanlara hatta kendi hevamıza soruyor ve onlar ne derse onu yapıyoruz. (Ama
Kurana sormuyoruz) Allah’ı önemsemeyen ve diğerlerinin öğütlerini tutanlara ne
olduysa bizlere de o oldu. Şimdi dünyanın her yerinde kendi ektiklerimizin
cezasını devşiriyoruz. Filistin’de, Orta Doğu’da Pakistan’da Endonezya’da ve
daha pek çok başka yerde.
Kuran bütün iyiliklerin kaynağıdır. İstediğiniz her
şeyi istediğiniz kadar verir. Eğer onu cinleri ve hayaletleri korkutup kaçırmak
hastalıkları tedavi etmek davanızda başarılı olmak ya da bir iş bulmak gibi
basit ve sıradan işler için elinize alırsanız istediklerinizi elde edersiniz
fakat sadece onları… Eğer bu dünyada üstünlük ve dünyayı yönetme gücü
isterseniz onu da elde edersiniz. Ama eğer elde ettiğiniz okyanustan bir
damlaysa Kuranı değil kendinizi suçlamalısınız. Okyanus orada kendinden
faydalanmasını bilenleri bekliyor.
…Söyleyin bana, bir doktor reçetesini yakasına
iğneleyen ya da bir bardak suda ıslattıktan sonra o suyu içen birine
rastlarsanız o kişiye ne dersiniz? Onun haline gülüp onun bir aptal olduğunu
düşünmez misiz? Tüm hastalıklarınızın tedavisi bulunan ve doktorların en büyüğü
tarafından sizdeki hastalıkları iyileştirmek işçin size sunulan eşsiz reçete
olan Kuran a bu muameleler yapıldığında kimse bunun deminkinin aynısı olduğunu
kimse düşünmüyor. Kimse böyle bir reçetenin boyna asılmayacağını veya
sözlerinin su da ıslatılıp içilmeyeceğini düşünmüyor.
Söyleyin bana bir tıp kitabını alıp iyileşeceğine
inanarak onu okumaya başlayan hasta bir insan hakkında ne düşünürsünüz? Ona
şaşkın demez misiniz? İşte biz de en yüce iyileştiricinin bütün hastalıklara
şifa olarak gönderdiği Kitabı aynı şekilde okuyoruz. Gösterdiği yolu izlemeden,
zararlı olduğunu söylediği şeylerden kaçınmadan sadece sayfalarını şöyle bir
okumakla hastalıklardan kurtulacağımızı sanıyoruz. O tıp kitabını iyileşeceğini
sanarak okuyan kişinin durumuna düşmüş olmuyor muyuz?
Bilmediğiniz bir dilde yazılmış bir iş mektubu
alsanız, içinde ne yazdığını öğrenmek için o dili bilen birine gidersiniz. Size
önemli bir maddi fayda sağlamayacak olsa bile o mektupta ne yazdığını
öğreninceye kadar huzursuz olursunuz. Oysa size âlemlerin rabbi tarafından
gönderilen, bu dünyanın ve öteki dünyanın bütün faydalı işlerini size sunan bir
mektubu bir köşeye atmış durumdasınız. Onun size ne anlattığını anlamamış
olmaktan dolayı da bir rahatsızlık duymuyorsunuz. Bu şaşırtıcı değil mi?
Sonuç:
Allah’ın sözlerinin insanlara sefalet ve usanç vermek
ve onlara acı için söylenmediğini bilmelisiniz.
“Kuranı size mutsuz olmanız için göndermedik”
(Taha;1,2)
Tam tersine Kuran mutlulukların ve başarıların
kaynağıdır. Allah’ın kelamını anlayan bir toplumun utanç ve yenilgi içinde
olmasına ve itilip kakılmasına, adeta boynuna bir halka takılmış hayvan gibi
yönetilmesine imkan yoktur. İnsanlar böyle bir akıbetle ancak Allah’ın kelamına
karşı geldiklerinde karşılaşırlar.
…Eğer bir toplum Allah’ın kitabına sahipse ve hala
utanç ve yenilgi içerisinde yaşıyorsa Mutlaka Allah’ın sözlerine haksızlık
ettiği için cezalandırılıyordur. Kendinizi Allah’ın gazabından kurtarmanın tek
yolu bu büyük günahtan dönüp O’nun Kitabına hak ettiği değeri vermeye
çalışmanızdır. Bunu yapana kadar durumunuz asla değişmeyecektir.
Kurana itaat
etmeden Müslüman olamazsınız!
Kardeşlerim! Allah’ın kitabına hakkını verebilmeniz
için yapmanız gereken en önemli iki şey gerçek birer Müslüman olmak ve Müslüman
kelimesinin anlamını bilmektir. …Her Müslüman ister çocuk ister yetişkin olsun
Müslümanlığın ne demek olduğunu hayatına ne gibi değişiklikler ve sorumluluklar
getireceğini İslam’ın hangi sınırları içinde Müslüman kalınabileceğini Ve
kişinin Müslümanlığını zedeleyecek günahları bilmelidir. İslamiyet Allah’a
teslimiyet ve itaattir. Kendinizi Allah’a vermektir. Kendinizi Allah’ın
hâkimiyetine teslim etmektir. Eğer hayatınızı Allah’ın söylediği biçimde
yaşarsanız Müslümansınız ve eğer hayatınızı kendi kafanıza göre veya Allah’tan
başkasının gösterdiği biçimde yönlendirirseniz sizin ki sadece bir iddiadan
ibarettir.
Hayatınızı Allah’ın gösterdiği biçimde yaşamak demek
O’nun kitabıyla ve peygamberiyle gösterdiği yolu kayıtsız şartsız kabul
etmektir. Böylece rehber olarak sadece kuranı ve peygamberin sünnetini izlemek
gereği ortaya çıkar. Düşünerek ya da düşünmeden sadece gelenek olduğu için
kabul edilmiş olsa bile Allah Müslümanların izledikleri tek otoritedir. Her
durumda onun kitabına ve otoritesine başvurur ne yapılması ve ne yapılmaması
gerektiğini öğrenirler. Gösterdikleri yolu hiç tereddüt etmeden izlerler ve
onlara karşı olan her şeyi reddederler. İşte kişiyi Müslüman yapan Allah’a
böyle bütünüyle teslim olmaktır. Buna karşın Kuranı ve Sünneti izlemek yerine
kendi heva ve isteklerine boyun eğenler, Önceki büyüklerinin yolundan giderek
içinde bulundukları toplumlardaki adet ve töreleri ölçüsüzce aynen
kabullenenler ve davranışlarını Kuran ve sünnete göre düzeltmeyenler ya da
“Benim aklıma yatmıyor, atalarımın gittiği yola aykırı; dünya bunun aksi
istikamette ilerliyor” diyerek Sünneti ve Kuranın emirlerini terk edenler/
reddedenler kesinlikle İslam’a dâhil değildirler . Böyle insanlar kendilerine “Müslüman” diyorlarsa büyük bir çelişki
içindedirler.
Siz kelime-i tevhidi söylediğiniz an sadece Allah’ın
kanununu, hâkimiyetini, hükümdarlığını, itaat edilecek tek varlık olduğunu ve
sadece Allah’ın Kitabının ve peygamberi tarafından söylenenlerin doğruluğunu
kabul edersiniz. Bu demektir ki Müslüman olur olmaz kendi otoritenizden
vazgeçip Allah’ın otoritesini kabul edersiniz.
Müslüman olmayan bir insan düşüncesini değiştirmesi
için zorlanamaz. İstediğiniz dini seçmekte, kendinize istediğiniz ismi vermekte
özgürsünüz. Fakat eğer kendinizi Müslüman olarak adlandırmışsanız İslam’ın
sınırlarından çıkmadığınız sürece Müslüman kalabilirsiniz. Bu sınırlar Allah’ı
ve Peygamberinin sünnetini gerçeğin ve adaletin gerçek ölçüsü olarak kabul
etmek ve onlara karşı olan her şeyi yanlış saymaktır. Bu sınırlar içinde
kaldığınız sürece Müslümansınız, fakat dışına çıkarsanız olamazsınız. Bu
şartlar altında yaşamaya devam edip kendinizi Müslüman olarak adlandırmak
başkalarına aldanmanız ve kendinizi aldatmanız demektir.
Kardeşlerim!
Kuran bütün iyiliklerin kaynağıdır. O size istediğiniz her şeyi
istediğiniz kadar verir. Eğer onu cinleri ve hayaletleri korkutup kaçırmak,
hastalıkları tedavi etmek yahut sınavınızda başarılı olmak ya da bir iş bulmak
gibi basit ve sıradan işler için elinize alırsanız belki istediklerinizi elde
edersiniz fakat sadece onları… Eğer bu dünyada üstünlük ve dünyayı yönetme gücü
isterseniz onu da elde edersiniz. Eğer huzur ve mutluluğa erişmek, gerçek
başarının yollarını öğrenmek ya da hayatınızı yeniden dizayn etmek için
okursanız onu da Kuran’da bulacağınızdan emin olun. Ama eğer elde ettiğiniz
okyanustan bir damlaysa Kuran’ı değil kendinizi suçlamalısınız. Kuran
kendisinden faydalanmak isteyenleri ve onun kıymetini bilenleri bekliyor.
Kardeşlerim!
Söyleyin bana, bir doktor reçetesini yakasına iğneleyen ya da bir bardak
suda ıslattıktan sonra o suyu içen birine rastlarsanız o kişiye ne dersiniz?
Onun haline gülüp onun bir aptal olduğunu düşünmez misiz? Tüm hastalıklarınızın
tedavisi bulunan ve doktorların en büyüğü tarafından sizdeki hastalıkları
iyileştirmek için size sunulan o eşsiz reçete
Kuran’a bu yanlış muameleler yapıldığında neden hiç kimse bunun az
önceki davranışla aynı olduğunu maalesef düşünmüyor. Kimse böyle bir reçetenin
boyna asılmayacağını veya şifa veren çarelerinin su da ıslatılıp içilmeyeceğini
düşünmüyor.
Allah aşkına söyleyin bana, ya bir tıp kitabını alıp
ta onu sadece okumakla iyileşeceğine inanarak okumaya başlayan biri hakkında ne
düşünürsünüz? Ona “şaşkın!” gözüyle bakmaz mısınız? Ona “Yanlış yapıyorsun!”
demez misiniz? İşte biz de en yüce iyileştiricinin bütün hastalıklara şifa
olarak gönderdiği Kitabı aynen bu şekilde okuyoruz halbuki. Yani onun
gösterdiği yolu izlemeden, zararlı olduğunu söylediği şeylerden kaçınmadan,
yararlı dediklerini yapmadan sadece sayfalarını şöyle bir okumakla
hastalıklardan kurtulacağımızı sanıyoruz. Böylece o tıp kitabını iyileşeceğini
sanarak sadece okumakla kalan kişinin durumuna düşmüş oluyoruz. Buna karşın
Kuranı ve Sünneti izlemek yerine kendi heva ve isteklerine boyun eğenler,
Önceki büyüklerinin yolundan giderek içinde bulundukları toplumlardaki adet ve
töreleri ölçüsüzce aynen kabullenenler ve davranışlarını Kuran ve sünnete göre
düzeltmeyenler ya da “Benim aklıma yatmıyor, atalarımın gittiği yola aykırı;
dünya bunun aksi istikamette ilerliyor” diyerek Sünneti ve Kuranın emirlerini
terk edenler/ reddedenler kesinlikle İslam’a dâhil değildirler . Böyle insanlar
kendilerine “Müslüman” diyorlarsa da
aslında büyük bir çelişki içinde
olduklarını bilmelidirler.
Siz kelime-i tevhidi söylediğiniz an sadece Allah’ın
kanununu, hâkimiyetini, hükümdarlığını, itaat edilecek tek varlık olduğunu ve
sadece Allah’ın Kitabının ve Onun peygamberi tarafından söylenenlerin
doğruluğunu ve değişmezliğini kabul
edersiniz. Bu da demektir ki Müslüman olur olmaz kendi otoritenizden vazgeçip
yalnız ve yalnız Allah’ın otoritesini kabul edersiniz.
Müslüman olmayan bir insan düşüncesini değiştirmesi
için zorlanamaz. Böyle biri İstediği dini seçmekte ve kendine istediği ismi
vermekte özgürdür. Fakat eğer kendinizi “Müslüman” olarak adlandırmışsanız
ancak İslam’ın sınırlarından çıkmadığınız sürece Müslüman olabilirsiniz. Bu
sınırlar Allah’ı ve Peygamberinin sünnetini gerçeğin ve adaletin yegane
ölçüsü olarak kabul etmek ve onlara karşı ve zıt olan her şeyi reddetmektir.
Yazımızdan faydalanmış olmanız ümidiyle Allah’a emanet olunuz.