27 Mart 2016 Pazar

MEVDUDİ'DEN "ZİLLET İÇİNDEKİ MÜSLÜMANLAR" YAZISI

Kardeşlerim! Kendimize Müslüman der, Allah’ın Müslümanlara rahmet yağdırdığına inanırız. Fakat gözlerimizi açalım ve bu rahmetin bize gelip gelmediğine bir bakalım. Bu rahmetten ahiretteki rahmeti anlıyorsanız orada size ne olacağını ölmeden önce bilemezsiniz, ama dünyadaki durumunuzu elbette görebilirsiniz.
Mesela şunu düşünelim: Biz Müslümanlar şu dünyada o kadar kalabalık bir topluluk oluşturmaktayız ki, her birimiz ufak bir taş atsa, bir dağ meydana gelir.
Halbuki Dünya da bu kadar çok Müslüman toplum ve devlet olduğu halde, Dünya Allah’a isyan edenlerin elinde; Boyunlarımız onların pençeleri arasında, onlar nereye isterlerse oraya çevriliyor; sadece Allah’ın huzurunda eğilmesi gereken başlarımız insanlara da eğiliyor; Kimsenin el sürmeye cesaret edemediği şerefimiz şimdi ayaklar altında. Bir zamanlar sadece Allah’a açılan ellerimiz şimdi alçalıp düşmanlarımıza da açılıyor. Bunların yanında  din cahilliği, taassupçuluk, tutuculuk, fakirlik ve zillet bize her yerde yüz karası olmuş vaziyette.
Bu mu Allah’ın üzerimize olan rahmeti! Eğer bu bir rahmet değilse ve daha çok bir lanet ve gazap emaresi ise niçin bize gönderilmektedir. Hem Müslümanız hem zelil; hem Müslümanız hem sömürge. Eğer biz Müslümanlar Allah’ın sevdiği kişilersek nasıl böyle utanılacak hor ve hakir bir muamele görüyoruz?
Eğer Allah’ın adaletsiz olmadığını ve Müslüman olmanın utançla sonuçlanmayacağını söylüyorsanız o zaman İslam ve Kur’an’ı anlayışımızda bir hata olduğunu itiraf etmek zorundayız. Evet nüfus cüzdanlarımızda “İslam” yazsa bile biz Allah’ın bizi orada yazana göre değerlendirmeyeceğini bilmeliyiz. O bizi şunlara göre değerlendirecektir: “Allah c.c. O’nu tanımamız ve O’na nasıl itaat edeceğimizi öğrenebilmemiz için Allah bize Kitabını gönderdi; İçinde ne yazdığını hiç araştırdık mı? Bize nasıl Müslüman olmanız gerektiğini öğretmesi için peygamberini yolladı; Peygamberini düzgünce tanıyıp  anlamaya çalıştık mı? Allah c.c. hangi inanç ve davranışlardan kaçınmamız gerektiğini açıkça bildirdi; Bunlardan kaçınıyor muyuz? Eğer Allah’ın Kitabı ve Peygamberi hakkında hiçbir araştırma yapamadığımızı ve onların istedikleri yoldan yürümediğimizi itiraf ediyorsak, o zaman nasıl böyle rahatça Müslüman olduğumuzu ve onun  iyilik ve rahmetlerini hak ettiğimizi iddia edebiliriz. Bu dünyada ve ahirette iyilik ve rahmet ancak iyi bir Müslüman olup olmamamıza bağlıdır; başka şeye değil.
Bakınız; kendisine “ müslüman” diyen biriyle bunu diyemeyen biri arasındaki tek fark bilgi ve uygulama konusundadır. Mesela Kafirler Kuran okumaz ve içinde ne yazdığını bilmezler; Eğer biz Müslümanlar da onlar gibiysek  niçin bize “Müslüman” deniyor? Kafirler Hz. Muhammed’in öğrettiklerini ve Allah’a ulaşmak için gösterdiği doğru yolu bilmezler; Eğer biz Müslümanlar da onlarla aynıysak nasıl Müslüman olabiliriz? Kafirler Allah’ın öğrettiklerinin yerine kendi isteklerinin peşine giderler. Eğer biz Müslümanlar da onlar gibi hevamıza nefsimize düşkünsek nasıl kendimizden hiç tereddüt etmeden Müslüman olduğumuzu söyleyebiliriz? Kafirler de helal ve haram ayırt etmezler; biz Müslümanlarda böyle davranıyorsak aramızdaki fark nedir? Hakikat şu ki kendisine “Müslüman” dediği halde bilgi ve davranışı bir kâfirinkiyle aynı olan biri açık bir ikiyüzlülük yapmaktadır.

Şimdi yukarıdaki ilk sorumuza gelelim ve bu veriler ışığında konuyu yeniden ele alalım: Eğer biz Müslümanlar da en az kafirler kadar İslam hakkında bilgiden yoksun iseler ve bir Müslüman bir kafirin yaptığı her şeyi yapıyorsa niçin bir kafirden daha üstün ve akıbeti onunkinden farklı olsun ki? Hepimiz bu soru üzerinde ciddi olarak düşünmeliyiz. Sevgili kardeşlerim ! Müslümanlara kafir damgası vurduğumu asla düşünmeyin. Amacım bu değil. Kendi kendime soruyorum ve sizlerden de samimiyetle kendinize sormanızı istiyorum: Niçin Allah’ın rahmetinden yoksun yaşıyoruz? Niçin güçlük ve sıkıntılar dört bir yandan üzerimize çökmüş? Neden aralarımız açık ve birbirimizin kanını döküyoruz? Neden kafirler bizi her yerde yönetiyor? Biz Müslümanlar neden dünyanın pek çok yerinde kafirlere bağımlı yaşıyoruz?
Bu durumumu düşündükçe kafirlerle aramızdaki farkın neredeyse sadece isimlerimizde kaldığına ikna oluyorum. Çünkü ona karşı ilgisizlikle, Onun korkusundan yoksunlukta ve ona karşı itaatsizlikte kafirlerden hiçbir şekilde geri kalmıyoruz.
Kurana (davranışlarımız bakımından) yaklaşımımız kafirlerinkiyle aynı olsa bile biz Kuranın Allah’ın Kitabı olduğunu biliyoruz, onlar bilmiyorlar ama onun hayatımızdaki yeri kafirinkinden farklı değil ve bu hepimizin cezayı daha çok hak etmesine yol açıyor. Hz. Muhammed’in Allah’ın Peygamberi olduğunu biliyoruz ama onu izlemeye gelince bir kafir kadar isteksiziz. …İşte bu yüzden Allah’ın rahmetine erişemiyoruz. (Buna göre şu ortaya çıkıyor) biz sadece görüntüde Müslümanız. Gerçek şu ki, Allah’ın hâkimiyetini kabul etmeyenlerin bizi yönetmeleri, bizi her fırsatta utanca sürüklemeleri, Allah’ın en büyük hediyesi İslam’ı ihmal ettiğimiz için cezalandırıldığımızı gösteriyor. 
Öğrenme gereği:
Gerçek bir Müslüman olabilmenin ilk şartı “İslami bilgi”dir. Her Müslüman Kuranı, Hz. Muhammed’in öğütlerini İslam’ı ve İslam’ı küfürden gerçekten ayıran şeyleri öğrenmelidir. Bu bilgi olmadan kimse Müslüman olamaz. Acı olan şu ki bu bilgiyi elde etmek için hiç istek duymuyorsunuz.  Bu da ne kadar büyük bir mükafaatten mahrum kaldığınızı hala anlayamadığınızı gösteriyor.
Kardeşlerim! Bir anne, çocuğu ağlayıp istemedikçe ona süt vermez. Bir insan susadığı ve su aramaya başladığı zaman Allah onu suya götürür. Eğer kendiniz susuzluğunuzun farkında değilseniz su dolu bir bardağın önünüzde durmasının bir faydası yoktur. İlk önce İslam’a karşı kayıtsız kalmakla ne kadar büyük bir kayıpta olduğunuzu anlamalısınız. Mesela bir alkol belasının toplumumuzu nasıl etkilediğini hiç araştırdınız mı? Trafik kazalarının ve adi cinayetlerin büyük bir kısmının sadece bunun neticesi olması hiç mi düşündürücü değil… Yahut bir yılda fuhuş sektörüne akan paralarımızın miktarının devasa bir yekün tuttuğu gerçeği bizi hiç mi ilgilendirmiyor? Ailede hızla yaşanan çözülme ya da sokağın soğuk ellerine teslim edilen nesiller bizden hiç mi sorulmayacak sanıyoruz?
Allah’ın kitabı sizin yanınızda ama siz onun içinde ne yazdığını bilmiyorsunuz. Daha İslam’ın ilk basamağında ezberlediğiniz kelime-i tevhidin size yüklediği sorumluluğu değerlendirmek bir yana daha onun ne anlama geldiğini bile bilmiyorsunuz Bir Müslüman için bundan daha büyük bir kayıp olabilir mi?
Ekinler yandığı zaman meydana gelebilecek zararı bilebilirsiniz; geçiminizi sağlarken doğacak bir kaybın sebep olacağı sıkıntıyı bilirsiniz; mal kaybından kaynaklanan zararı da bilirsiniz. Ama İslam’a karşı kayıtsızlığınızın getirdiği kaybı bilmiyorsunuz.
Bu kaybın farkına vardığınızda mutlaka bu kayıtsızlıktan kurtulmak isteyeceksiniz. Böyle bir istek de Allah’ın izniyle onun lutfuna sahip olabileceğinizi gösterir.
Müslümanlar Kuranı nasıl anlıyorlar?
İslam kardeşleri! “Allah” kelimesine Hz. Muhammed’e gönderildiği gibi asıl şekliyle bozulmadan sahip olan tek şanslı topluluktur. Buna karşılık aynı Müslümanlar “Allah “ kelimesinin inananlara bahşettiği sayısız fayda ve güzellikten mahrum kalma şanssızlığını da yaşıyorlar. Kuran onlara onu okumaları anlamaları ona göre hareket etmeleri ve onun yardımıyla Allah’ın dünyasında O’nun kurallarını yerleştirmeleri için gönderildi. Ve tarih gösterdi ki ne zaman onun gösterdiği şekilde davrandılarsa dünyanın lideri oldular.
Fakat bugün Kuran’ın pek çok Müslüman için yararlı olmayışının nedenleri, onu cinleri ve hayaletleri uzaklaştırmak için evlerinde tutmaları, muskalar içine yazıp boyunlarına asmaları ya da bu muskaları ıslatıp suyunu içmeleri ya da anlamını kavranmadan bir ücret almayı bekleyerek okumalarıdır. Onlar artık Kurandan hayatları için bir öncülük yapmasını beklemiyorlar. İnançlarının ahlaklarının uygulamalarının ve davranış biçimlerinin nasıl olması gerektiğini dost ve düşmanla olan ilişkilerde hangi ölçülerin gözetilmesi gerektiğini, kendilerinin ve çevresindeki insanların haklarının neler olduğunu öğrenmek için Kurana danışmıyorlar artık. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu kime itaat edip kime etmeyeceklerini dostların ve düşmanların kimler olduğunu saygının iyilik ve faydanın nerede, utanmak gereken şeyin eksiklik ve kayıp sayılması gereken şeylerin nerede olduğunu ona sormuyorlar. Biz Müslümanlar bu önemli şeylerin cevabını Kuran’da aramaktan vazgeçtik artık. Onun yerine kafirlere müşriklere yanlış yollara sapmış bencil insanlara hatta kendi hevamıza soruyor ve onlar ne derse onu yapıyoruz. (Ama Kurana sormuyoruz) Allah’ı önemsemeyen ve diğerlerinin öğütlerini tutanlara ne olduysa bizlere de o oldu. Şimdi dünyanın her yerinde kendi ektiklerimizin cezasını devşiriyoruz. Filistin’de, Orta Doğu’da Pakistan’da Endonezya’da ve daha pek çok başka yerde.
Kuran bütün iyiliklerin kaynağıdır. İstediğiniz her şeyi istediğiniz kadar verir. Eğer onu cinleri ve hayaletleri korkutup kaçırmak hastalıkları tedavi etmek davanızda başarılı olmak ya da bir iş bulmak gibi basit ve sıradan işler için elinize alırsanız istediklerinizi elde edersiniz fakat sadece onları… Eğer bu dünyada üstünlük ve dünyayı yönetme gücü isterseniz onu da elde edersiniz. Ama eğer elde ettiğiniz okyanustan bir damlaysa Kuranı değil kendinizi suçlamalısınız. Okyanus orada kendinden faydalanmasını bilenleri bekliyor.
…Söyleyin bana, bir doktor reçetesini yakasına iğneleyen ya da bir bardak suda ıslattıktan sonra o suyu içen birine rastlarsanız o kişiye ne dersiniz? Onun haline gülüp onun bir aptal olduğunu düşünmez misiz? Tüm hastalıklarınızın tedavisi bulunan ve doktorların en büyüğü tarafından sizdeki hastalıkları iyileştirmek işçin size sunulan eşsiz reçete olan Kuran a bu muameleler yapıldığında kimse bunun deminkinin aynısı olduğunu kimse düşünmüyor. Kimse böyle bir reçetenin boyna asılmayacağını veya sözlerinin su da ıslatılıp içilmeyeceğini düşünmüyor.
Söyleyin bana bir tıp kitabını alıp iyileşeceğine inanarak onu okumaya başlayan hasta bir insan hakkında ne düşünürsünüz? Ona şaşkın demez misiniz? İşte biz de en yüce iyileştiricinin bütün hastalıklara şifa olarak gönderdiği Kitabı aynı şekilde okuyoruz. Gösterdiği yolu izlemeden, zararlı olduğunu söylediği şeylerden kaçınmadan sadece sayfalarını şöyle bir okumakla hastalıklardan kurtulacağımızı sanıyoruz. O tıp kitabını iyileşeceğini sanarak okuyan kişinin durumuna düşmüş olmuyor muyuz?
Bilmediğiniz bir dilde yazılmış bir iş mektubu alsanız, içinde ne yazdığını öğrenmek için o dili bilen birine gidersiniz. Size önemli bir maddi fayda sağlamayacak olsa bile o mektupta ne yazdığını öğreninceye kadar huzursuz olursunuz. Oysa size âlemlerin rabbi tarafından gönderilen, bu dünyanın ve öteki dünyanın bütün faydalı işlerini size sunan bir mektubu bir köşeye atmış durumdasınız. Onun size ne anlattığını anlamamış olmaktan dolayı da bir rahatsızlık duymuyorsunuz. Bu şaşırtıcı değil mi?
Sonuç:
Allah’ın sözlerinin insanlara sefalet ve usanç vermek ve onlara acı için söylenmediğini bilmelisiniz.
“Kuranı size mutsuz olmanız için göndermedik” (Taha;1,2)
Tam tersine Kuran mutlulukların ve başarıların kaynağıdır. Allah’ın kelamını anlayan bir toplumun utanç ve yenilgi içinde olmasına ve itilip kakılmasına, adeta boynuna bir halka takılmış hayvan gibi yönetilmesine imkan yoktur. İnsanlar böyle bir akıbetle ancak Allah’ın kelamına karşı geldiklerinde karşılaşırlar.
…Eğer bir toplum Allah’ın kitabına sahipse ve hala utanç ve yenilgi içerisinde yaşıyorsa Mutlaka Allah’ın sözlerine haksızlık ettiği için cezalandırılıyordur. Kendinizi Allah’ın gazabından kurtarmanın tek yolu bu büyük günahtan dönüp O’nun Kitabına hak ettiği değeri vermeye çalışmanızdır. Bunu yapana kadar durumunuz asla değişmeyecektir.
 Kurana itaat etmeden Müslüman olamazsınız!
Kardeşlerim! Allah’ın kitabına hakkını verebilmeniz için yapmanız gereken en önemli iki şey gerçek birer Müslüman olmak ve Müslüman kelimesinin anlamını bilmektir. …Her Müslüman ister çocuk ister yetişkin olsun Müslümanlığın ne demek olduğunu hayatına ne gibi değişiklikler ve sorumluluklar getireceğini İslam’ın hangi sınırları içinde Müslüman kalınabileceğini Ve kişinin Müslümanlığını zedeleyecek günahları bilmelidir. İslamiyet Allah’a teslimiyet ve itaattir. Kendinizi Allah’a vermektir. Kendinizi Allah’ın hâkimiyetine teslim etmektir. Eğer hayatınızı Allah’ın söylediği biçimde yaşarsanız Müslümansınız ve eğer hayatınızı kendi kafanıza göre veya Allah’tan başkasının gösterdiği biçimde yönlendirirseniz sizin ki sadece bir iddiadan ibarettir.
Hayatınızı Allah’ın gösterdiği biçimde yaşamak demek O’nun kitabıyla ve peygamberiyle gösterdiği yolu kayıtsız şartsız kabul etmektir. Böylece rehber olarak sadece kuranı ve peygamberin sünnetini izlemek gereği ortaya çıkar. Düşünerek ya da düşünmeden sadece gelenek olduğu için kabul edilmiş olsa bile Allah Müslümanların izledikleri tek otoritedir. Her durumda onun kitabına ve otoritesine başvurur ne yapılması ve ne yapılmaması gerektiğini öğrenirler. Gösterdikleri yolu hiç tereddüt etmeden izlerler ve onlara karşı olan her şeyi reddederler. İşte kişiyi Müslüman yapan Allah’a böyle bütünüyle teslim olmaktır. Buna karşın Kuranı ve Sünneti izlemek yerine kendi heva ve isteklerine boyun eğenler, Önceki büyüklerinin yolundan giderek içinde bulundukları toplumlardaki adet ve töreleri ölçüsüzce aynen kabullenenler ve davranışlarını Kuran ve sünnete göre düzeltmeyenler ya da “Benim aklıma yatmıyor, atalarımın gittiği yola aykırı; dünya bunun aksi istikamette ilerliyor” diyerek Sünneti ve Kuranın emirlerini terk edenler/ reddedenler kesinlikle İslam’a dâhil değildirler . Böyle insanlar kendilerine  “Müslüman” diyorlarsa büyük bir çelişki içindedirler.
Siz kelime-i tevhidi söylediğiniz an sadece Allah’ın kanununu, hâkimiyetini, hükümdarlığını, itaat edilecek tek varlık olduğunu ve sadece Allah’ın Kitabının ve peygamberi tarafından söylenenlerin doğruluğunu kabul edersiniz. Bu demektir ki Müslüman olur olmaz kendi otoritenizden vazgeçip Allah’ın otoritesini kabul edersiniz.
Müslüman olmayan bir insan düşüncesini değiştirmesi için zorlanamaz. İstediğiniz dini seçmekte, kendinize istediğiniz ismi vermekte özgürsünüz. Fakat eğer kendinizi Müslüman olarak adlandırmışsanız İslam’ın sınırlarından çıkmadığınız sürece Müslüman kalabilirsiniz. Bu sınırlar Allah’ı ve Peygamberinin sünnetini gerçeğin ve adaletin gerçek ölçüsü olarak kabul etmek ve onlara karşı olan her şeyi yanlış saymaktır. Bu sınırlar içinde kaldığınız sürece Müslümansınız, fakat dışına çıkarsanız olamazsınız. Bu şartlar altında yaşamaya devam edip kendinizi Müslüman olarak adlandırmak başkalarına aldanmanız ve kendinizi aldatmanız demektir. 
Kardeşlerim!  Kuran bütün iyiliklerin kaynağıdır. O size istediğiniz her şeyi istediğiniz kadar verir. Eğer onu cinleri ve hayaletleri korkutup kaçırmak, hastalıkları tedavi etmek yahut sınavınızda başarılı olmak ya da bir iş bulmak gibi basit ve sıradan işler için elinize alırsanız belki istediklerinizi elde edersiniz fakat sadece onları… Eğer bu dünyada üstünlük ve dünyayı yönetme gücü isterseniz onu da elde edersiniz. Eğer huzur ve mutluluğa erişmek, gerçek başarının yollarını öğrenmek ya da hayatınızı yeniden dizayn etmek için okursanız onu da Kuran’da bulacağınızdan emin olun. Ama eğer elde ettiğiniz okyanustan bir damlaysa Kuran’ı değil kendinizi suçlamalısınız. Kuran kendisinden faydalanmak isteyenleri ve onun kıymetini bilenleri bekliyor.
Kardeşlerim!  Söyleyin bana, bir doktor reçetesini yakasına iğneleyen ya da bir bardak suda ıslattıktan sonra o suyu içen birine rastlarsanız o kişiye ne dersiniz? Onun haline gülüp onun bir aptal olduğunu düşünmez misiz? Tüm hastalıklarınızın tedavisi bulunan ve doktorların en büyüğü tarafından sizdeki hastalıkları iyileştirmek için size sunulan o eşsiz reçete  Kuran’a bu yanlış muameleler yapıldığında neden hiç kimse bunun az önceki davranışla aynı olduğunu maalesef düşünmüyor. Kimse böyle bir reçetenin boyna asılmayacağını veya şifa veren çarelerinin su da ıslatılıp içilmeyeceğini düşünmüyor.
Allah aşkına söyleyin bana, ya bir tıp kitabını alıp ta onu sadece okumakla iyileşeceğine inanarak okumaya başlayan biri hakkında ne düşünürsünüz? Ona “şaşkın!” gözüyle bakmaz mısınız? Ona “Yanlış yapıyorsun!” demez misiniz? İşte biz de en yüce iyileştiricinin bütün hastalıklara şifa olarak gönderdiği Kitabı aynen bu şekilde okuyoruz halbuki. Yani onun gösterdiği yolu izlemeden, zararlı olduğunu söylediği şeylerden kaçınmadan, yararlı dediklerini yapmadan sadece sayfalarını şöyle bir okumakla hastalıklardan kurtulacağımızı sanıyoruz. Böylece o tıp kitabını iyileşeceğini sanarak sadece okumakla kalan kişinin durumuna düşmüş oluyoruz. Buna karşın Kuranı ve Sünneti izlemek yerine kendi heva ve isteklerine boyun eğenler, Önceki büyüklerinin yolundan giderek içinde bulundukları toplumlardaki adet ve töreleri ölçüsüzce aynen kabullenenler ve davranışlarını Kuran ve sünnete göre düzeltmeyenler ya da “Benim aklıma yatmıyor, atalarımın gittiği yola aykırı; dünya bunun aksi istikamette ilerliyor” diyerek Sünneti ve Kuranın emirlerini terk edenler/ reddedenler kesinlikle İslam’a dâhil değildirler . Böyle insanlar kendilerine  “Müslüman” diyorlarsa da aslında  büyük bir çelişki içinde olduklarını bilmelidirler.
Siz kelime-i tevhidi söylediğiniz an sadece Allah’ın kanununu, hâkimiyetini, hükümdarlığını, itaat edilecek tek varlık olduğunu ve sadece Allah’ın Kitabının ve Onun peygamberi tarafından söylenenlerin doğruluğunu ve değişmezliğini  kabul edersiniz. Bu da demektir ki Müslüman olur olmaz kendi otoritenizden vazgeçip yalnız ve yalnız Allah’ın otoritesini kabul edersiniz.
Müslüman olmayan bir insan düşüncesini değiştirmesi için zorlanamaz. Böyle biri İstediği dini seçmekte ve kendine istediği ismi vermekte özgürdür. Fakat eğer kendinizi “Müslüman” olarak adlandırmışsanız ancak İslam’ın sınırlarından çıkmadığınız sürece Müslüman olabilirsiniz. Bu sınırlar Allah’ı ve Peygamberinin sünnetini gerçeğin ve adaletin yegane ölçüsü olarak kabul etmek ve onlara karşı ve zıt olan her şeyi reddetmektir. Yazımızdan faydalanmış olmanız ümidiyle Allah’a emanet olunuz.   




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder