27 Mart 2016 Pazar

TEVHİDİ DEĞİL TEFRİKİ BİR FİTNE :TEKFİRCİLİK
Ben bu yazıyı pazartesi eline kitap alan; Salı ders vermeye başlayan; Çarşamba üstad kesilen; Perşembe de ise eline meş’um bir damga alarak herkese kafir diye basan gençler için yazdım.
Dikkat etmiyoruz. Önemsemiyoruz belki de... Fakat dikkat çekici bir biçimde tekfircilik hastalığı ümmetin içinde yayılıyor. Malesef bu hayra alamet değil.
 Tekfircilik ne demektir? Sorusuyla başlayalım. İslam tarihinde de haricilik[1] olarak kendini gösteren tekfircilik aslında gerçek bir hastalıktır. Aynı zamanda bilgisizlik ve tecrubesizliğin, dini anlamadaki hamlığın bir göstergesidir. Tekfircilik bir aşırılık ve haddi aşma olayıdır. Tarihte bugünkü tekfircilerin ataları hariciler Hz. Ali gibi bir allameye zahit ve mücahide bile kafir diyerek saldırmışlardı. Hz. Ali bunları savaşlarda yendiği halde canını bu katillerin ellerinden kurtaramamış ve bir gün sabah namazında camide şehit edilmiştir. Aynı hariciler Ammar bin Yasir’in oğlu ve hamile karısını hunharca katletmişlerdi. Tarihte haricilerin nasıl bir kafa yapısında olduklarını anlatmak için çok ibretlik bir olay nakledilir. Bir gün hariciler yolculuk eden bir müslümana rastlarlar. “sen kimdensin?” derler. Müslüman düşünür bunların harici olduklarını anlar ve – “Ben hrıstiyanım.” Der. Ellerinden kurtulur. Çünkü Ali taraftarıyım da dese Muaviye tarafındanım da dese sonunun aynı olacağını bilmektedir. Ancak hristiyan olduğunu söyleyince ellerinden kurtulur. Bu hikaye sadece bir hikaye değildir maalesef hikayeden çok daha önemli bir hakikattir.  
Hariciler aslında ibadete düşkündürler. Hz. Peygamberin tarifiyle, "Sizden biri onların namazı yanında kendi namazını, onların orucu yanında kendi orucunu küçük görür. Lakin onların imanı boğazlarını aşmaz."[2] Şatıbî'nin yorumuyla, yani okuduklarını anlamazlar.[3] Sert tabiatlı kıt anlayışlı insanlardır. İslam’ı da bu kıtlık ve sertlikten doğan bir çeşit yorumlamaya tabi tutarlar. Onların söylediklerini kabul etmediğiniz zaman sizi küfürle itham ederler. Kanınızı malınızı helal görürler.
Bir gün Hz. Peygamber ganimet dağıtırken biri çıkar, "Ya Muhammed, adil ol! Adaletle dağıtmadın!" der. Kıpkırmızı olan Hz. Peygamber "Ben adil olmazsam daha kim adil olur?" der ve şunu bildirir: "Dikkat edin, bunun neslinden (bu cinsten) ilerde bir kavim zuhur edecek. Okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar."[4] Buyurmuştur. Çok geçmemiş bu tür insanlar Hz. Ali devrinde ortaya çıkmış O büyük insanın enerjisini kendileriyle savaşmakta tüketmesine sebep olmuşlar, ümmetin içinde asıl ayrılığa ve saltanata yol açan kişilerin güçlenmesine sebep olarak ümmete büyük zarar vermişlerdir. Ümmete ayrılık tefrika ve anarşiden başka bir katkıları olmamıştır.

Tekfirciliği azımsamak küçümsemek basit bir hastalık görmek yanlıştır. Bazı hastalıklar vardır fiziki değildir. Fakat fiziksel hastalıklardan çok daha tesirlidir. İşte ben tekfirciliği böylesi hastalıklara benzetiyorum. İslam’ın önündeki engellerden biridir bu hastalık. İfrat ve tefritin bir tarafıdır. İslam’ın önünde tıpkı başta örneğini verdiğim hurafeci taifelerin zararı gibi zararlı bir haldir. Çünkü bu kişiler İslam’ın kendilerinde olduğuna inandırılmış; hiçbir İslami ya da insani fikre tahammülü olmayan aşırı fanatik tiplerdir. Genç ve cahillerden oldukları için kullanılmak konusunda çok zafiyet içindedirler. Kendilerini frenleyecek bir mekanizmaları yoktur. Halbuki bu hayatta insana da toplumlara da ilerlemek için gaz pedalı gerektiği gibi yeri gelince durmak yavaşlamak için bir fren mekanizması da gerekir. İşte bu tipler bundan mahrumdur. Frensiz arabadır bunlar. Sonları bir uçurumdan yuvarlanmaktan başkası değildir.
Tekfircilik sadece Türkiye’ye mahsus değil. Dışarıda kopan gürültüden haberimiz bile yok çoğu zaman. Fakat bu konuya Alimlerimiz zaman zaman ne kadar eğilseler de bir gerçek var! Halkın din konusundaki talepleri karşılanamıyor… Diyanet, cemaatler ve tarikatlar aynı bir paratöner gibi enerji ve elektriği toprağa veren aygıtlar gibi çalışıyor. Kendi kendine kalan gençlik ise tekfirciliğin ağına düşüyor. Bu durumun vahameti çok açıktır. Tekfircilerin öğrettiği ilk kurallar mı? Çok basit (!) şeyler:
1-    Her oy kullanan kişi kafirdir.
2-    Memur olan kafirdir.
3-    Asker olan kafirdir. Yani her asker olan asker olduğu için kafirdir.
4-    T.C. ‘nin imamları memur oldukları için kafirdirler.
5-    Tarikatçiler ve cemaat mensupları kafirdir.
6-    Cumaya gidenler sistemi ve imamını kabul ettikleri için kafirdir.
7-    Kafirler zaten kafirdir.
Eskiden vergi verene de kafir derlerdi. Devlet şimdi her şeyden vergi aldığı için bu görüşlerinden döndüler. Hırsızlık bile caizdi bunlara göre. Çünkü kendilerinden çaldıkları adamlar Müslüman değildi ki(!)
Bu düşüncelere kapılanlar nasıl yaşarlar? Öyle ya bunlar hayatlarını nasıl sürdürüyorlar belki merak edersiniz ; Bu merakınıza bir kelimeyle cevap verebilirim. -Tekfir ederek yaşıyorlar. Herkese karşı büyük bir samimiyetsizlik, kaypak bir haleti ruhiye ile hayatlarını sürdürüyorlar. Çok yazık diyorum bu hale düşenlere. Dahasını merak edenler için bir fıkradan yardım almak istiyorum. “İki tekfirci sokakta yürüyormuş. Birden kırmızı ışık yanmış ve biri diğerine -Hadi Tağut’un kanunlarına itaat küfürdür; geçelim! demiş. Öbürü -ne var canım kırmızıda geçip canımızdan mı olalım; deyince, “geçelim” diyen öbürünü hemen tekfir ederek yolunu ayırmış.”  Bu gülünç şeyler bu tip insanların düştükleri zavallı hali gözler önüne seriyor.
 Bu düşüncelere sahip olanların İslam’a yapacakları zerre bir katkı olamaz. Zararları ise çok olur. Bu düşünceyi ilim sahipleri doğru yöne kanalize etmelidirler. Bu gençlerin böyle savrulmasına kimse göz yummamalıdır. Ne Mürcie akidesi -ki imanı nakzedenleri dikkate almadan herkes mü’mindir der-; ne de Harici akıdesi -ki kendileri dışında herkes kafirdir der- hak yol değildir. Bunun ikisinin ortasındaki “ehli sünnet” yolu haktır. Ehli Sünnet’ten kastım felsefe ve mistizm cereyanlarından etkilemeyen Kur’an ve sünnet merkezli olanıdır. Yoksa ellerini türbelere uzatan bir çok kişinin de ehli sünnet iddiasında bulundukları da unutulmamalıdır.
Bugünkü tekfirciliğin geçmişteki haricilikten hiçbir farkı yoktur. Kendilerine yapılan haricilik ithamlarını reddetseler de bugün kimlerin tekfirciliği meslek edindikleri çok açık bir durumdur.
Ayrıca şunu da belirtmek istiyorum. Bu fikirlere sahip kişiler yukarıdan beri anlattığım tarzda ilimsizlik, cehalet, tecrubesizlik, gençlik, heyecan vb. zaaflarla malul olduklarından tam kullanıma elverişli tiplerdir. Bu açıdan aczimendilikten bir farkı yoktur. Elleri sopalı uzun saçlı tarikat fanatiği kişiler 28 şubatta paşalarımız için bulunmaz hint kumaşı gibiydi. Kullanıldılar sonra çöpe doğru sallandılar. Aynı tehlike her zaman için geçerlidir. Guruplaşan herkes kendisini bu tehlikeden asla uzak görmemelidir. Kullanılma olayı her zaman pusuda bekliyor. Fakat tekfirci hareketlerin bu oyunlara düşme oran ve ihtimali her zaman daha yüksektir. Çünkü fikir müsait bir zeminde duruyor.

Bu ülkenin aklı başında aydın ve bilgili içi sızlayan tüm fertlerini tekfircilikle mücadeleye davet ediyorum. 17-18 yaşlarındaki gençler resmen kandırılarak bu tekfirci ağlarına düşürülüyor. Bakıyorsunuz babasına anasına kafir diyen acımasız cahil kaypak vicdansız insanlar ortalıkta ona buna kafir damgasıyla geziyor. Abi baba amca büyük küçük demeden ezberledikleri küfür kelimesiyle saldırıyorlar, akrabalık bağlarını, insaniyet bağlarını kaldırıp atıyorlar. Kendilerinden başkasına ne selam veriyorlar ne de alıyorlar. Ne davet, ne emribil maruf ne hikmet ve ilim ölçüleri diye bir şey yok bunlarda. Bunun için bir şeyler yapılamalı ve bu itikadın bozukluğu ortaya konulmalıdır. Son günlerde Hasan Karakaya Hoca’nın akaid ile ilgili son kitabında bu konuya değindiğini işittim. Elime geçen ilk fırsatta bu kitabı alıp okumayı düşünüyorum. Bu işe önem verenlere tavsiye ederim. 



[1] İslam tarihi’nde vuku bulan "hakem olayından" sonra bir kısım insanlar "sen insanları hakem olarak kabul ettin. Halbuki hüküm ancak Allah’ındır" diyerek Hz. Alinin saflarından ayrılırlar. Bunlara "hariciler" denir.
[2] Buhari, Menakıb, 25; Müslim, Zekat, 147; İbnu Mace, Mukaddime, 12
[3] -Şatıbî, el-İ'tisam, s. 403
[4] Buhari, Megazi, 61; Müslim, Zekat. 144-146; İbnu Hanbel, III, 4

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder