TEVHİDİ DEĞİL TEFRİKİ BİR FİTNE :TEKFİRCİLİK
Ben bu yazıyı pazartesi eline kitap alan; Salı ders vermeye
başlayan; Çarşamba üstad kesilen; Perşembe de ise eline meş’um bir damga alarak
herkese kafir diye basan gençler için yazdım.
Dikkat
etmiyoruz. Önemsemiyoruz belki de... Fakat dikkat çekici bir biçimde
tekfircilik hastalığı ümmetin içinde yayılıyor. Malesef bu hayra alamet değil.
Tekfircilik ne demektir? Sorusuyla başlayalım.
İslam tarihinde de haricilik[1]
olarak kendini gösteren tekfircilik aslında gerçek bir hastalıktır. Aynı
zamanda bilgisizlik ve tecrubesizliğin, dini anlamadaki hamlığın bir
göstergesidir. Tekfircilik bir aşırılık ve haddi aşma olayıdır. Tarihte bugünkü
tekfircilerin ataları hariciler Hz. Ali gibi bir allameye zahit ve mücahide
bile kafir diyerek saldırmışlardı. Hz. Ali bunları savaşlarda yendiği halde
canını bu katillerin ellerinden kurtaramamış ve bir gün sabah namazında camide
şehit edilmiştir. Aynı hariciler Ammar bin Yasir’in oğlu ve hamile karısını
hunharca katletmişlerdi. Tarihte haricilerin nasıl bir kafa yapısında
olduklarını anlatmak için çok ibretlik bir olay nakledilir. Bir gün hariciler
yolculuk eden bir müslümana rastlarlar. “sen kimdensin?” derler. Müslüman
düşünür bunların harici olduklarını anlar ve – “Ben hrıstiyanım.” Der.
Ellerinden kurtulur. Çünkü Ali taraftarıyım da dese Muaviye tarafındanım da
dese sonunun aynı olacağını bilmektedir. Ancak hristiyan olduğunu söyleyince
ellerinden kurtulur. Bu hikaye sadece bir hikaye değildir maalesef hikayeden
çok daha önemli bir hakikattir.
Hariciler
aslında ibadete düşkündürler. Hz. Peygamberin tarifiyle, "Sizden biri
onların namazı yanında kendi namazını, onların orucu yanında kendi orucunu
küçük görür. Lakin onların imanı boğazlarını aşmaz."[2]
Şatıbî'nin yorumuyla, yani okuduklarını anlamazlar.[3] Sert tabiatlı kıt anlayışlı insanlardır. İslam’ı da bu kıtlık ve sertlikten
doğan bir çeşit yorumlamaya tabi tutarlar. Onların söylediklerini kabul
etmediğiniz zaman sizi küfürle itham ederler. Kanınızı malınızı helal görürler.
Bir
gün Hz. Peygamber ganimet dağıtırken biri çıkar, "Ya Muhammed, adil ol!
Adaletle dağıtmadın!" der. Kıpkırmızı olan Hz. Peygamber "Ben adil
olmazsam daha kim adil olur?" der ve şunu bildirir: "Dikkat edin,
bunun neslinden (bu cinsten) ilerde bir kavim zuhur edecek. Okun yaydan çıktığı
gibi dinden çıkacaklar."[4]
Buyurmuştur. Çok geçmemiş bu tür insanlar Hz. Ali devrinde ortaya çıkmış O
büyük insanın enerjisini kendileriyle savaşmakta tüketmesine sebep olmuşlar,
ümmetin içinde asıl ayrılığa ve saltanata yol açan kişilerin güçlenmesine sebep
olarak ümmete büyük zarar vermişlerdir. Ümmete ayrılık tefrika ve anarşiden
başka bir katkıları olmamıştır.
Tekfirciliği
azımsamak küçümsemek basit bir hastalık görmek yanlıştır. Bazı hastalıklar
vardır fiziki değildir. Fakat fiziksel hastalıklardan çok daha tesirlidir. İşte
ben tekfirciliği böylesi hastalıklara benzetiyorum. İslam’ın önündeki
engellerden biridir bu hastalık. İfrat ve tefritin bir tarafıdır. İslam’ın
önünde tıpkı başta örneğini verdiğim hurafeci taifelerin zararı gibi zararlı
bir haldir. Çünkü bu kişiler İslam’ın kendilerinde olduğuna inandırılmış;
hiçbir İslami ya da insani fikre tahammülü olmayan aşırı fanatik tiplerdir.
Genç ve cahillerden oldukları için kullanılmak konusunda çok zafiyet
içindedirler. Kendilerini frenleyecek bir mekanizmaları yoktur. Halbuki bu
hayatta insana da toplumlara da ilerlemek için gaz pedalı gerektiği gibi yeri
gelince durmak yavaşlamak için bir fren mekanizması da gerekir. İşte bu tipler
bundan mahrumdur. Frensiz arabadır bunlar. Sonları bir uçurumdan yuvarlanmaktan
başkası değildir.
Tekfircilik
sadece Türkiye’ye mahsus değil. Dışarıda kopan gürültüden haberimiz bile yok
çoğu zaman. Fakat bu konuya Alimlerimiz zaman zaman ne kadar eğilseler de bir
gerçek var! Halkın din konusundaki talepleri karşılanamıyor… Diyanet, cemaatler
ve tarikatlar aynı bir paratöner gibi enerji ve elektriği toprağa veren
aygıtlar gibi çalışıyor. Kendi kendine kalan gençlik ise tekfirciliğin ağına
düşüyor. Bu durumun vahameti çok açıktır. Tekfircilerin öğrettiği ilk kurallar
mı? Çok basit (!) şeyler:
1-
Her
oy kullanan kişi kafirdir.
2-
Memur
olan kafirdir.
3-
Asker
olan kafirdir. Yani her asker olan asker olduğu için kafirdir.
4-
T.C.
‘nin imamları memur oldukları için kafirdirler.
5-
Tarikatçiler
ve cemaat mensupları kafirdir.
6-
Cumaya
gidenler sistemi ve imamını kabul ettikleri için kafirdir.
7-
Kafirler
zaten kafirdir.
Eskiden vergi verene de kafir derlerdi. Devlet şimdi her şeyden
vergi aldığı için bu görüşlerinden döndüler. Hırsızlık bile caizdi bunlara
göre. Çünkü kendilerinden çaldıkları adamlar Müslüman değildi ki(!)
Bu düşüncelere kapılanlar nasıl yaşarlar? Öyle ya bunlar hayatlarını
nasıl sürdürüyorlar belki merak edersiniz ; Bu merakınıza bir kelimeyle cevap
verebilirim. -Tekfir ederek yaşıyorlar. Herkese karşı büyük bir samimiyetsizlik,
kaypak bir haleti ruhiye ile hayatlarını sürdürüyorlar. Çok yazık diyorum bu
hale düşenlere. Dahasını merak edenler için bir fıkradan yardım almak
istiyorum. “İki tekfirci sokakta yürüyormuş. Birden kırmızı ışık yanmış ve biri
diğerine -Hadi Tağut’un kanunlarına itaat küfürdür; geçelim! demiş. Öbürü -ne
var canım kırmızıda geçip canımızdan mı olalım; deyince, “geçelim” diyen
öbürünü hemen tekfir ederek yolunu ayırmış.” Bu gülünç şeyler bu tip insanların düştükleri
zavallı hali gözler önüne seriyor.
Bu düşüncelere sahip olanların
İslam’a yapacakları zerre bir katkı olamaz. Zararları ise çok olur. Bu
düşünceyi ilim sahipleri doğru yöne kanalize etmelidirler. Bu gençlerin böyle
savrulmasına kimse göz yummamalıdır. Ne Mürcie akidesi -ki imanı nakzedenleri
dikkate almadan herkes mü’mindir der-; ne de Harici akıdesi -ki kendileri
dışında herkes kafirdir der- hak yol değildir. Bunun ikisinin ortasındaki “ehli
sünnet” yolu haktır. Ehli Sünnet’ten kastım felsefe ve mistizm cereyanlarından
etkilemeyen Kur’an ve sünnet merkezli olanıdır. Yoksa ellerini türbelere uzatan
bir çok kişinin de ehli sünnet iddiasında bulundukları da unutulmamalıdır.
Bugünkü tekfirciliğin geçmişteki haricilikten hiçbir farkı yoktur.
Kendilerine yapılan haricilik ithamlarını reddetseler de bugün kimlerin
tekfirciliği meslek edindikleri çok açık bir durumdur.
Ayrıca
şunu da belirtmek istiyorum. Bu fikirlere sahip kişiler yukarıdan beri
anlattığım tarzda ilimsizlik, cehalet, tecrubesizlik, gençlik, heyecan vb.
zaaflarla malul olduklarından tam kullanıma elverişli tiplerdir. Bu açıdan
aczimendilikten bir farkı yoktur. Elleri sopalı uzun saçlı tarikat fanatiği
kişiler 28 şubatta paşalarımız için bulunmaz hint kumaşı gibiydi. Kullanıldılar
sonra çöpe doğru sallandılar. Aynı tehlike her zaman için geçerlidir.
Guruplaşan herkes kendisini bu tehlikeden asla uzak görmemelidir. Kullanılma
olayı her zaman pusuda bekliyor. Fakat tekfirci hareketlerin bu oyunlara düşme
oran ve ihtimali her zaman daha yüksektir. Çünkü fikir müsait bir zeminde
duruyor.
Bu ülkenin aklı başında aydın ve bilgili içi sızlayan tüm
fertlerini tekfircilikle mücadeleye davet ediyorum. 17-18 yaşlarındaki gençler
resmen kandırılarak bu tekfirci ağlarına düşürülüyor. Bakıyorsunuz babasına
anasına kafir diyen acımasız cahil kaypak vicdansız insanlar ortalıkta ona buna
kafir damgasıyla geziyor. Abi baba amca
büyük küçük demeden ezberledikleri küfür kelimesiyle saldırıyorlar, akrabalık
bağlarını, insaniyet bağlarını kaldırıp atıyorlar. Kendilerinden başkasına ne
selam veriyorlar ne de alıyorlar. Ne davet, ne emribil maruf ne hikmet ve ilim
ölçüleri diye bir şey yok bunlarda. Bunun için bir şeyler yapılamalı ve bu
itikadın bozukluğu ortaya konulmalıdır. Son günlerde Hasan Karakaya Hoca’nın
akaid ile ilgili son kitabında bu konuya değindiğini işittim. Elime geçen ilk
fırsatta bu kitabı alıp okumayı düşünüyorum. Bu işe önem verenlere tavsiye
ederim.
[1] İslam
tarihi’nde vuku bulan "hakem olayından" sonra bir kısım insanlar
"sen insanları hakem olarak kabul ettin. Halbuki hüküm ancak
Allah’ındır" diyerek Hz. Alinin saflarından ayrılırlar. Bunlara
"hariciler" denir.
[2] Buhari,
Menakıb, 25; Müslim, Zekat, 147; İbnu Mace, Mukaddime, 12
[3] -Şatıbî,
el-İ'tisam, s. 403
[4] Buhari,
Megazi, 61; Müslim, Zekat. 144-146; İbnu Hanbel, III, 4
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder