BİR FRANSIZ DİPLOMATIN KALEMİNDEN 19. YÜZYILDA TÜRKİYE
Devir 2. Mahmut devri. Ülkemize Fransız bir diplomat gelir,
bizi inceler, anlamaya çalışır ve edindiği intibayı mektuplar halinde Fransa’ya
yollar. Bu mektuplar bir süre sonra farkedilir ve bastırılır. Önemli tespitlerin
bulunduğu bu mektuplar Tercüman 1001 eser içinde Türkiye’de de yayınlanır..“Bir
Fransız diplomatın kaleminden işte o günler ve biz” diyor ve sizi eserden
aktaracağım bazı notlarla yalnız bırakıyorum.
ESER ÜZERİNE…
“Türklüğün ve İslamiyet’in temsilcileri olarak asırlar boyu
dünya devletler dengesinde eşsiz bir rol oynamış olan Osmanlı
İmparatorluğunun kuruluş, yükseliş,
duraklama ve çöküş devirleri, yabancı bir çok tarihçiden diplomatlara kadar çok
sayıda araştırmacının dikkatine konu olmuş ve hala da olmaya devam etmektedir.
Bunlardan bazıları bu imparatorluğu erişilmez bir hukuk, adalet, insaniyet ve
irfan doruğu olarak görmüş bazıları ise onu barbar olarak nitelendirmiştir.
Kasıtlı olarak ve ön yargılarla ona saldıranlar olduğu gibi tarafsız bir yerden
ele alanlarda görülmüştür. …(s.9)
…Tarihçimiz Osmanlı imparatorluğunun son yüzyıllarında
(yeniçerilerin kaldırıldığı, Tanzimat’ın ilan edildiği, kurtuluş reçetelerinin
sunulduğu devirlerde) yoğun olay ve gelişmelere objektif açıdan bakmaya
çalışmıştır. (Yazar) Osmanlı İmparatorluğunu yoğuran ana temellere inmiş, bir
gözlemci gözüyle de bizzat İstanbul’da bulunmak, Osmanlı devlet adamlarının
ileri gelenleriyle görüşmek yönünden de hadiseleri anında tespit etmek imkanını
elde etmiştir. (s.11)
“Bu mektuplar 1850 de yayınlandıkları zaman Avrupa’da derin
yankılar uyandırmış ve bu zamana kadar Türkler hakkında beslenilen peşin
hükümleri temelinden sarsmıştır.”(s.11)
“ OSMANLI’NIN YIKILIŞ SEBEBİ
Yeniçeriler kendilerini değiştirmek ve devleti kurtarmak
yerine onunla birlikte yokolmayı tercih ederek modern şekilde silahlanmayı ve
eğitim görmeyi reddediyorlar ve her türlü reform tasarısına düşmanca karşı
çıkıyorlardı”(s.33)
Şimdi şu son paragrafı 1850 de yazıldığını unutun ve 2012 de
tekrar yazıldığını düşünün ne değişecek?!Uyarlayarak tekrar okuyoruz: “Askerler
kendilerini değiştirmek ve devleti kurtarmak yerine onunla birlikte yokolmayı
tercih ederek …” kısmına gelip şaşırmamak mümkün müdür? Demek ki asker
olanlarda kendilerini devletle özdeşleştirmek ve herşeyi kendilerinden ibaret
görme hastalığı olduğunu tespit ediyoruz. Bunun için kendilerinin istedikleri
bildikleri gibi olmayacaksa devleti de kendileriyle beraber uçuruma götürmek
isteyeceklerinden şüphe duyulmamalıdır. Tıpkı Birinci Dünya Savaşı’nda
oynadıkları kumar gibi. Halbuki bu savaşa girmememiz ve süreçten zinde ve eli
güçlü olarak çıkmamız mümkündü. Fakat paniğe kapılan ve hiç biri 40 ını aşmamış
olan ittihatçı balkan kökenli kurmaylarımız yüzünden bu savaşasürüklendik.
Sonunda kendi batırdıkları ülkeyi -aslında yine padişahın müdahalesi ile olduğu
halde-yeniden kurtarmış gibiyaparak yönetimi tekrar ellerine aldılar.
Diledikleri gibi at oynatıp diktatör dedikleri padişahların tamamının yapmadığı
bir zulüm ve diktatörlük yaptılar. Halkı böldüler; etnik ayrımcılıklar,
mezhepsel bölünmeler, laik antilaik gibi farklılıklar meydana getirdiler.
Çatıştırarak kırdırarak kendilerine iktidar ve servet ürettiler. Dersime
saldırırken “vay gavurlar” diye askeri motive edip aynı Dersimlileri Sünnilere
karşı oluşturacakları cepheye hazırladılar. Sivas’ta da aynı oyunu oynadılar.
Oynaya oynaya bugünlere geldiler. Allah’ın oyunlarını başlarına çevirmesini niyaz
ediyoruz. Bu milletin özüyle bağdaşmadıklarından milleti çatıştırmaktan medet
umarak yönettiler. Onlar için iktidarda kalmanın tek yolu da budur.
Şimdi kitabımıza dönelim.
“Bazı ulema ve (Kuran’da tamamen yasaklanmış olmasına rağmen
İslam’da bir çeşit ruhbaniyet oluşturan) dini tarikatlardan pek çoğu bu
noktalarda yeniçerilerle aynı davayı savunuyorlar ve yine onlarla anlaşarak
kendi yıkımlarını geciktirirlerken Türkiye’nin yıkımını hızlandıran bir
yalnızlık hayatı içinde tutunmaya çalışıyorlardı.” (s.33)
Bu kısımdaki “bazı ulema”yı kaldırıp yerine “yargı ve
üniversite mensupları” ibaresini koysak; “dini tarikatlar” ibaresi yerine de
“bazı basın yayın ve partileri” koysak ve günümüzü düşünerek yeniden okusak
hata eder miyiz? Şimdi kitaptan bazı bölümler…
“DİNİ PRENSİPLERİN(KAVRAMLARIN) SOYSUZLAŞTIRILDIĞI (ASLINDAN
UZAKLAŞTIRILDIĞI) BİR TOPLUMDA YAPILACAK İLK İŞ BU PRENSİPLERİ KURTARMAK
OLMALIDIR. DİNE ÖNEM VERİLİP ONU HURAFELERDEN VE SAKAT DÜŞÜNCELERDEN
ARINDIRMADIKÇA NE ADETLER NE KURUMLAR VE NE DE HÜKÜMETLER (REJİMLER)
DEĞİŞTİRİLEBİLİR.” S. 34
Türkiye de ancak bu çarelere başvurarak kendini bu uçurumdan
kurtarabilirdi. Ama bu çareler ters yönde yürütülüyordu ve hep bu ters gidişten
dolayı Türkiye yokolma tehlikesiyle başbaşa kalmıştı.” S. 34
“Bugün Türkler cumhuriyet rejiminden korkuyorlar. Fakat
Türkleri asıl korkutan aslında İslamiyet’in temeli olan Cumhuriyet fikri değil
aksine böyle bir rejimin aralarında doğuracağını sandıkları anarşi ve
kargaşalık düşüncesidir.” S. 80
“ HÜRRİYET – EŞİTLİK- KARDEŞLİK
Bir Türk şu kelimelerin ruhunu kalbinde yaşatır ve bunlara
iman esası gibi inanır. Bir Fransız parasının üzerinde yazılan “hürriyet
eşitlik ve kardeşlik” kelimeleri.. Türk bunu bir haykırışta ve tek bir sözle
ifade etmeye muktedirdir: “Allah büyüktür!” Kafirlerin altın ve gümüş paralar
üzerinde yazdıklarını Allah gerçek bir Müslümanın kalbine yazmıştır. Bizim
anladığımız manada Türkiye’de henüz siyasi hürriyetlerin bulunmadığını bir
kenara bırakırsak gerçekte eşitlik prensibinin müesseselere ve bilhassa
adetlere bu kadar derinden tesir etmiş ve bu kadar içten yerleşmiş bir ülke
daha yoktur dünyada.. Bu eşitlik prensibi İslam’ın ilk devirlerinden bugüne
kadar değerinden hiç birşey kaybetmemiştir. Kuran’ın her satırında peygamberin
her sözü ve her işinde ve hatta görünüşte en tabii gelen en basit davranışlarında
bile bu gaye ve hedefin karşımıza çıktığını görürüz.”
“Bugün için Türkiye’de ne harp söz konusudur ne de fetihler.
DİN YAYMA RUHU SÖNMÜŞTÜR TÜRKİYE’DE. İslamiyet kafirleri ne sözle ne de kılıçla
yola getirmek istiyor şimdi.” S. 89
“KÖTÜLÜK BU DÜNYAYA ANCAK BİLGİSİZLİK YÜZÜNDEN GİRMİŞTİR;
İNSANLAR ARASINDAKİ AYRILIKLARIN VE YANLIŞ YOL TUTMALARIN TEK SEBEBİ
BİLGİSİZLİKTİR.” S. 109
“ŞEFKAT VE İNSANİYET
İstanbul’da sadrazamın yazılı emri olmadan hiçbir eve
girilemezdi. Elinde böyle yazılı bir emri bulunan polis veya memur girilecek
evin sahibi bir Türk ise yanına mahallenin imamını; bir ermeni ya da rumise
bunların yüksek dereceli din adamını ve nihayet bir Yahudi ise hahamını yanına
alarak gitmek zorundadır.” S. 148
“Hemen hemen cezai müeyyideden uzak bir kanunla işleri
yürüten bir imparatorluk idaresi altında bir milletin uzun asırlar boyu
varlığını sürdürmesi ve hem de bu varlığı san ve şereflerle zaferlerle devam
ettirmesi… İslamiyet’in ahlak ile kanunu biraraya getirmiş olmasından ve her
ikisini birarada müminlere hazmettirip ruhlarını bu şuurla doldurmuş olmasından
kaynaklanır. Mesela kaçakçılık nedir bilinmez Türkiye’de; hırsızlık mı? Hemen
hemen duyulmayan bir kelimedir bu!” s. 151
( Tercüman Gazetesi, 1001 Temel Eser; “Türkiye- 1850” 1. CİLT
M. A. UBUCINI)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder