26 Mart 2016 Cumartesi

BİR FRANSIZ DİPLOMATIN KALEMİNDEN 19. YÜZYILDA TÜRKİYE
Devir 2. Mahmut devri. Ülkemize Fransız bir diplomat gelir, bizi inceler, anlamaya çalışır ve edindiği intibayı mektuplar halinde Fransa’ya yollar. Bu mektuplar bir süre sonra farkedilir ve bastırılır. Önemli tespitlerin bulunduğu bu mektuplar Tercüman 1001 eser içinde Türkiye’de de yayınlanır..“Bir Fransız diplomatın kaleminden işte o günler ve biz” diyor ve sizi eserden aktaracağım bazı notlarla yalnız bırakıyorum.
ESER ÜZERİNE…
“Türklüğün ve İslamiyet’in temsilcileri olarak asırlar boyu dünya devletler dengesinde eşsiz bir rol oynamış olan Osmanlı İmparatorluğunun  kuruluş, yükseliş, duraklama ve çöküş devirleri, yabancı bir çok tarihçiden diplomatlara kadar çok sayıda araştırmacının dikkatine konu olmuş ve hala da olmaya devam etmektedir. Bunlardan bazıları bu imparatorluğu erişilmez bir hukuk, adalet, insaniyet ve irfan doruğu olarak görmüş bazıları ise onu barbar olarak nitelendirmiştir. Kasıtlı olarak ve ön yargılarla ona saldıranlar olduğu gibi tarafsız bir yerden ele alanlarda görülmüştür. …(s.9)
…Tarihçimiz Osmanlı imparatorluğunun son yüzyıllarında (yeniçerilerin kaldırıldığı, Tanzimat’ın ilan edildiği, kurtuluş reçetelerinin sunulduğu devirlerde) yoğun olay ve gelişmelere objektif açıdan bakmaya çalışmıştır. (Yazar) Osmanlı İmparatorluğunu yoğuran ana temellere inmiş, bir gözlemci gözüyle de bizzat İstanbul’da bulunmak, Osmanlı devlet adamlarının ileri gelenleriyle görüşmek yönünden de hadiseleri anında tespit etmek imkanını elde etmiştir. (s.11)
“Bu mektuplar 1850 de yayınlandıkları zaman Avrupa’da derin yankılar uyandırmış ve bu zamana kadar Türkler hakkında beslenilen peşin hükümleri temelinden sarsmıştır.”(s.11)
“ OSMANLI’NIN YIKILIŞ SEBEBİ
Yeniçeriler kendilerini değiştirmek ve devleti kurtarmak yerine onunla birlikte yokolmayı tercih ederek modern şekilde silahlanmayı ve eğitim görmeyi reddediyorlar ve her türlü reform tasarısına düşmanca karşı çıkıyorlardı”(s.33)
Şimdi şu son paragrafı 1850 de yazıldığını unutun ve 2012 de tekrar yazıldığını düşünün ne değişecek?!Uyarlayarak tekrar okuyoruz: “Askerler kendilerini değiştirmek ve devleti kurtarmak yerine onunla birlikte yokolmayı tercih ederek …” kısmına gelip şaşırmamak mümkün müdür? Demek ki asker olanlarda kendilerini devletle özdeşleştirmek ve herşeyi kendilerinden ibaret görme hastalığı olduğunu tespit ediyoruz. Bunun için kendilerinin istedikleri bildikleri gibi olmayacaksa devleti de kendileriyle beraber uçuruma götürmek isteyeceklerinden şüphe duyulmamalıdır. Tıpkı Birinci Dünya Savaşı’nda oynadıkları kumar gibi. Halbuki bu savaşa girmememiz ve süreçten zinde ve eli güçlü olarak çıkmamız mümkündü. Fakat paniğe kapılan ve hiç biri 40 ını aşmamış olan ittihatçı balkan kökenli kurmaylarımız yüzünden bu savaşasürüklendik. Sonunda kendi batırdıkları ülkeyi -aslında yine padişahın müdahalesi ile olduğu halde-yeniden kurtarmış gibiyaparak yönetimi tekrar ellerine aldılar. Diledikleri gibi at oynatıp diktatör dedikleri padişahların tamamının yapmadığı bir zulüm ve diktatörlük yaptılar. Halkı böldüler; etnik ayrımcılıklar, mezhepsel bölünmeler, laik antilaik gibi farklılıklar meydana getirdiler. Çatıştırarak kırdırarak kendilerine iktidar ve servet ürettiler. Dersime saldırırken “vay gavurlar” diye askeri motive edip aynı Dersimlileri Sünnilere karşı oluşturacakları cepheye hazırladılar. Sivas’ta da aynı oyunu oynadılar. Oynaya oynaya bugünlere geldiler. Allah’ın oyunlarını başlarına çevirmesini niyaz ediyoruz. Bu milletin özüyle bağdaşmadıklarından milleti çatıştırmaktan medet umarak yönettiler. Onlar için iktidarda kalmanın tek yolu da budur.
Şimdi kitabımıza dönelim.
“Bazı ulema ve (Kuran’da tamamen yasaklanmış olmasına rağmen İslam’da bir çeşit ruhbaniyet oluşturan) dini tarikatlardan pek çoğu bu noktalarda yeniçerilerle aynı davayı savunuyorlar ve yine onlarla anlaşarak kendi yıkımlarını geciktirirlerken Türkiye’nin yıkımını hızlandıran bir yalnızlık hayatı içinde tutunmaya çalışıyorlardı.” (s.33)
Bu kısımdaki “bazı ulema”yı kaldırıp yerine “yargı ve üniversite mensupları” ibaresini koysak; “dini tarikatlar” ibaresi yerine de “bazı basın yayın ve partileri” koysak ve günümüzü düşünerek yeniden okusak hata eder miyiz? Şimdi kitaptan bazı bölümler…
“DİNİ PRENSİPLERİN(KAVRAMLARIN) SOYSUZLAŞTIRILDIĞI (ASLINDAN UZAKLAŞTIRILDIĞI) BİR TOPLUMDA YAPILACAK İLK İŞ BU PRENSİPLERİ KURTARMAK OLMALIDIR. DİNE ÖNEM VERİLİP ONU HURAFELERDEN VE SAKAT DÜŞÜNCELERDEN ARINDIRMADIKÇA NE ADETLER NE KURUMLAR VE NE DE HÜKÜMETLER (REJİMLER) DEĞİŞTİRİLEBİLİR.” S. 34
Türkiye de ancak bu çarelere başvurarak kendini bu uçurumdan kurtarabilirdi. Ama bu çareler ters yönde yürütülüyordu ve hep bu ters gidişten dolayı Türkiye yokolma tehlikesiyle başbaşa kalmıştı.” S. 34
“Bugün Türkler cumhuriyet rejiminden korkuyorlar. Fakat Türkleri asıl korkutan aslında İslamiyet’in temeli olan Cumhuriyet fikri değil aksine böyle bir rejimin aralarında doğuracağını sandıkları anarşi ve kargaşalık düşüncesidir.” S. 80
“ HÜRRİYET – EŞİTLİK- KARDEŞLİK         
Bir Türk şu kelimelerin ruhunu kalbinde yaşatır ve bunlara iman esası gibi inanır. Bir Fransız parasının üzerinde yazılan “hürriyet eşitlik ve kardeşlik” kelimeleri.. Türk bunu bir haykırışta ve tek bir sözle ifade etmeye muktedirdir: “Allah büyüktür!” Kafirlerin altın ve gümüş paralar üzerinde yazdıklarını Allah gerçek bir Müslümanın kalbine yazmıştır. Bizim anladığımız manada Türkiye’de henüz siyasi hürriyetlerin bulunmadığını bir kenara bırakırsak gerçekte eşitlik prensibinin müesseselere ve bilhassa adetlere bu kadar derinden tesir etmiş ve bu kadar içten yerleşmiş bir ülke daha yoktur dünyada.. Bu eşitlik prensibi İslam’ın ilk devirlerinden bugüne kadar değerinden hiç birşey kaybetmemiştir. Kuran’ın her satırında peygamberin her sözü ve her işinde ve hatta görünüşte en tabii gelen en basit davranışlarında bile bu gaye ve hedefin karşımıza çıktığını görürüz.”
S. 80
“Bugün için Türkiye’de ne harp söz konusudur ne de fetihler. DİN YAYMA RUHU SÖNMÜŞTÜR TÜRKİYE’DE. İslamiyet kafirleri ne sözle ne de kılıçla yola getirmek istiyor şimdi.” S. 89
“KÖTÜLÜK BU DÜNYAYA ANCAK BİLGİSİZLİK YÜZÜNDEN GİRMİŞTİR; İNSANLAR ARASINDAKİ AYRILIKLARIN VE YANLIŞ YOL TUTMALARIN TEK SEBEBİ BİLGİSİZLİKTİR.” S. 109
“ŞEFKAT VE İNSANİYET
İstanbul’da sadrazamın yazılı emri olmadan hiçbir eve girilemezdi. Elinde böyle yazılı bir emri bulunan polis veya memur girilecek evin sahibi bir Türk ise yanına mahallenin imamını; bir ermeni ya da rumise bunların yüksek dereceli din adamını ve nihayet bir Yahudi ise hahamını yanına alarak gitmek zorundadır.” S. 148
“Hemen hemen cezai müeyyideden uzak bir kanunla işleri yürüten bir imparatorluk idaresi altında bir milletin uzun asırlar boyu varlığını sürdürmesi ve hem de bu varlığı san ve şereflerle zaferlerle devam ettirmesi… İslamiyet’in ahlak ile kanunu biraraya getirmiş olmasından ve her ikisini birarada müminlere hazmettirip ruhlarını bu şuurla doldurmuş olmasından kaynaklanır. Mesela kaçakçılık nedir bilinmez Türkiye’de; hırsızlık mı? Hemen hemen duyulmayan bir kelimedir bu!” s. 151
( Tercüman Gazetesi, 1001 Temel Eser; “Türkiye- 1850” 1. CİLT M. A. UBUCINI)





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder