HUTBE : EMRİ BİL MARUF NEHYİ ANİL MÜNKER
Muh. Müs. İnsan olmak hasebiyle ister istemez bir toplum
içinde yaşıyoruz. Sayısız ihtiyaçlarımız ancak devasa bir dayanışma mekanizması
olan toplum içinde karşılanabiliyor. Bundan dolayı içinde yaşadığımız topluma
karşı büyük sorumluluklarla muhatabız.
Değerli din
kardeşlerim! İnsan topluluklarının yaşantısı tıpkı bir bedenin işleyişine
benzemektedir. Şöyleki bir beden nasıl ki önce azalar sonra sistemler sonra
organlar ve sonra da organları oluşturan hücrelerden meydana geliyorsa
toplumlarda öncelikle milletler, sonra soy sop ve milliyetler sonra aile
toplulukları olan akrabalar sonra da aileler ve ardından da bireylerden meydana
gelir. Beden denen organizmada bir hücrenin ölümü basit görülse de bu durum
diğer hücreleri olumsuz etkileyeceği muhakkaktır. Bunun için diğer hücreler
elbirliği ederler ve ölen hücrenin yerine yenilerini üreterek etraflarında
yaşayan hücrelerin oluşmasına çalışırlar. Şayet böyle yapmazlarsa yakın bir
vakitte ölümün amansız pençesine bizzat kendilerinin düşmesi kaçınılmaz
olacaktır. Bizler bunu en iyi yaralanma hadiselerinde görmekteyiz. İşte insan
topluluklarının işleyişi de aynen böyledir. Mesela yiten bir âlimin yeri
doldurulamazsa, kaybedilen bir değerin yerine yenisi konulamazsa yani toplum bu
açığını taze hücrelerle kapatamazsa o toplum çok büyük bir kayba uğramış olur.
Muh. Müs.İnsan
vücudunu esir alan hastalıkları düşünelim. Hastalık zayıf hücrelerden başlar.
Sonra sağlıklı hücrelere doğru yayılır. Vücudun direnci hastalığa karşı
koyamazsa tüm beden hastalığa yenik düşer ve sonu hayati fonksiyonların tamamen
yok olmasına kadar giden bir süreç işlemeye başlar. Koca bir bedenin
yıkılmasına götüren süreç bir yada iki hücrede başlamıştır. Sonra yayılmış
büyümüş ve karşı konulamaz hale gelmiştir. İşte toplumsal hastalıklarda
böyledir. Kötülük hasta bir hücreden, toplum ölçeğinde ise hasta bir fertten başlar durdulamazsa yayılır
sonra tüm toplumu tehdit eder.
Allah’ın elçisi
Muhammed Mustafa sallallahu aley ve sellem toplumu denizin ortasında seyreden bir gemiye
benzetmektedir. Gemi alt bölümden ve güverteden oluşmaktadır. Yolculardan kimi
altta kimi ise üsttedir. Aynı gemide yolculuk eden bu insanlar aralarından bazı
kişilerin gemiyi delmek gibi bir takım zararlı ve tehlikeli davranışlarına engel olmayacak olurlarsa gemi
tümden batacaktır. Batan bu gemi içindekilerin iyi ya da kötü olduklarına bakmadan
hepsinin mezarı olacaktır. O zaman yapılması gereken toplumdaki akıllı
tecrubeli zeki ve bilgili kişilerin toplumun önüne geçip onları iyilik doğruluk
ve hidayet üzere yönlendirmeleridir. Rabbimiz muhteşem kelamı kuranda şöyle
buyuruyor:
( وَلتكُن
مِنكُم أُمّة يَدعُونَ إلى الخَيرِ ويَأمُرُونَ بِالمعرُوفِ وَيَنهونَ عَنِ
المنكَرِ وأُولئك هُمُ المفلحِونَ )
“Aranızda
iyiliği emreden kötülükten de sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte bu kişiler
gerçekten felah bulanlardır.” [1]
Allah c.c ümmeti Muhammedi iyiği emretmeleri ve kötülükle
mücadele etmeleri sebebiyle övmüş İsrail oğullarının ise sırf bü yüzden peygamberlerinin
dilleriyle lanetlendiklerini bildirmiştir.
( كُنتُم
خَيرَ أُمّةٍ أُخرِجَت لِلنَّاسِ تَأمرُونَ بِالمعرُوفِ وَتَنهونَ عَنِ المُنكَرِ
وتُؤمِنونَ بِاللهِ )
“siz iyiliği emreden kötülükten ise sakındıran ve
Allah’a gerektiği gibi inanan bir ümmetsiniz. ”[2]
لُعِنَ
الَّذينَ كَفَرُوا مِن بَني إسرائيلَ عَلى لِسَانِ دَاوُدَ وَعِيسَى ابنِ مَريَمَ
ذَلِكَ بِما عَصَوا وَّكَانُوا يَعتدُونَ * كَانُوا لا يَتَناهَونَ عَن مُّنكَرٍ
فَعلَوهُ لَبِئسَ مَا كَانُوا يَفعَلُونَ
“Beni İsrail’den kafir olanlar davud ve Meryem
oğlu İsa’nın diliyle lanete uğramışlardır. Bu onların isyanları ve haddi
aşmaları yüzündendir. Onlar yaptıkları bir kötülükten birbirlerini
sakındırmazlardı. Bu yaptıkları ne kadar kötüdür.”
Kıymetli kardeşlerim! bu ayetin tefsiri bizzat
Allah’ın elçisi tarafından yapılmış ve bizlere kadar naklolunmuştur. Allah
rasulu bu ayetin bağlamında şöyle buyurmuştur: “İsrail oğulları bir takım
haramlara düşerek isyan ve günaha daldıkları zaman aralarında bulunan hocaları
bilginleri hemen onları bu yaptıklarından döndürmeye çalıştılar. Fakat onlar
vazgeçmediler ve günahlarına ısrarla devam ettiler. Bu defa onları alıkoymaya
çalışan bilgin ve iyi kişiler onlarla aralarına bir mesafe koymayarak beraber
oturup kalkmayı ve onlarla yeyip içmeyi sürdürdüler. Allah da hepsinin
kalplerini birbirine benzetti. Birbirlerinden ayırt edilemez oldular. İyi ve
kötü isyanla sevap hata ile doğru birbirine karıştı. Günahları çirkin göremez
oldular. Allah onları bundan dolayı peygamberleri Davut ve İsa’nın dilleriyle
lanete uğrattı. İşte bu ayette anlatılan “isyan ve haddi aşmalarıdır.” Bu
sözlerden sonra Allah’ın elçisi yaslandığı yerden doğruldu ve şunları söyledi:
“ Allah’a yemin ediyorum ki siz de zalimin ve asinin elinden tutup onu hakka
yönlendirmedikçe sorumluluktan kurtulamazsınız. Bunu yapmazsanız Allah tıpkı
israiloğullarının kalplerini birbirlerine benzettiği gibi sizi de birbirinize
benzetir de onları lanetlediği ve rahmetinden esirgediği gibi sizi de lanetler
ve rahmetinden esirger.”
Muhterem Müslümanlar! Dinimizin en çok üstünde
durduğu konulardan biri de toplumsal sorumluluklarımızdır. Dinimiz bana
dokunmayan bin yıl yaşasın felsefesini reddeder. Bununla beraber “bananecilik”
adam sendecilik” felsefeleriyle “dünyayı sen mi düzelteceksin” türü azim kırıcı
sözler dinimizde en çok kötülenen düşünce biçimleridir. Çünkü bir kötülük ortaya
çıktığında eğer engellenmezse o kötülük orada kalmaz yayılır artık güç
konulamaz bir hal alır. Çok canlara ve mallara mal olur. Onun için kötülükle
mücadele etmek ona karşı koymak, iyiliği kötülük karşısında yükseltmek ve
yüceltmek son derece mühimdir.
Allah’In elçisi s.a.v. şöyle buyuruyorlar: “İnsanlar
bir zalimi gördüklerinde onun elinden tutup ona engel olmazlarsa Allahın o
topluluğun tamamını içine alacak bir bela göndermesi kaçınılmaz olur.” Bu hadis
rabbimizin şu ayetini çok güzel bir mahiyette açıklamaktadır: “(Ey iman edenler!)
Öyle bir bela ve fitneden korkun ve dikkatli olun ki o bela ve fitne aranızdan
sadece onu yapanları yakmaz. Toplumun tamamını kuşatır.” Onun için zalim bir
şahsiyetin karşınına çıkıp hakkı açıkça söylemek cihadın en zirvesi
sayılmıştır. Dinimizin yasakladığı en çirkin hasletlerden biri korkaklıktır.
Çünkü gerçekten korkulmaya layık tek zat ve merci vardır. O da Allah celle
celalühüdür.
Allah Teala şöyle buyurur: “İnsanlardan değil
benden korkun! Sakın benim ayetlerimi ve dinimi beş paralık dünyalık servet
mülk ve makamına değişmeyin!”
Muhterem Müslümanlar bir kötülük gördüğümüzde bu
kötülüğü öncelikle gücümüzün oranına göre değiştirmeye ve onu yok etmeye
çalışmalıyız. Eğer gücümüz yettiği halde kötülükle mücadele etmiyorsak dünya ve
ahiret mesuliyetinden asla kurtulamayız. Allah’ın elçisi Muhammed Mustafa
s.a.v. buyuruyor ki: “ Sizden biriniz bir kötülük gördüğü zaman onu eliyle
değiştirsin eğer buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin buna da gücü yetmezse
kalbiyle o kötülüğe öfke duysun. İşte bu son durum imanın en zayıf halidir.”
Muhterem
Müslümanlar eğer bir kötülük karşısında ya hiç kıpırdamıyorsak ne elimizle ne
dilimizle ne de kalbimizle hiçbir tepki vermiyorsak ya da daha kötülük ve kötü
olanın ne olduğunu bilemeyecek kadar dinimizden uzaklaşmışsak bizim halimiz ne
olur?
Sözlerimi hz. Aişe annemizden rivayet edilen bir
hadis ile tamamlamak istiyorum.
“Allah rasulu buyurdular ki bir memleket içerisinde
amelleri peygamber ameli gibi olan 18 bin zahit ve dindar kişi olduğu halde
cezaya ve azaba uğratıdılar! Ashabı kiram dediler ki ya rasulallah! Bu nasıl
olabilir?
Allahın elçisi şöyle buyurdular: “onlar Allah
için kimseye öfkelenmezler kimseye buğzetmezlerdi. Onlar iyiliği emretmez
kötülükten de sakındırmazlardı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder