27 Mart 2016 Pazar

HUTBE    : EMRİ BİL MARUF NEHYİ ANİL MÜNKER
Muh. Müs. İnsan olmak hasebiyle ister istemez bir toplum içinde yaşıyoruz. Sayısız ihtiyaçlarımız ancak devasa bir dayanışma mekanizması olan toplum içinde karşılanabiliyor. Bundan dolayı içinde yaşadığımız topluma karşı büyük sorumluluklarla muhatabız.
Değerli din kardeşlerim! İnsan topluluklarının yaşantısı tıpkı bir bedenin işleyişine benzemektedir. Şöyleki bir beden nasıl ki önce azalar sonra sistemler sonra organlar ve sonra da organları oluşturan hücrelerden meydana geliyorsa toplumlarda öncelikle milletler, sonra soy sop ve milliyetler sonra aile toplulukları olan akrabalar sonra da aileler ve ardından da bireylerden meydana gelir. Beden denen organizmada bir hücrenin ölümü basit görülse de bu durum diğer hücreleri olumsuz etkileyeceği muhakkaktır. Bunun için diğer hücreler elbirliği ederler ve ölen hücrenin yerine yenilerini üreterek etraflarında yaşayan hücrelerin oluşmasına çalışırlar. Şayet böyle yapmazlarsa yakın bir vakitte ölümün amansız pençesine bizzat kendilerinin düşmesi kaçınılmaz olacaktır. Bizler bunu en iyi yaralanma hadiselerinde görmekteyiz. İşte insan topluluklarının işleyişi de aynen böyledir. Mesela yiten bir âlimin yeri doldurulamazsa, kaybedilen bir değerin yerine yenisi konulamazsa yani toplum bu açığını taze hücrelerle kapatamazsa o toplum çok büyük bir kayba uğramış olur.
Muh. Müs.İnsan vücudunu esir alan hastalıkları düşünelim. Hastalık zayıf hücrelerden başlar. Sonra sağlıklı hücrelere doğru yayılır. Vücudun direnci hastalığa karşı koyamazsa tüm beden hastalığa yenik düşer ve sonu hayati fonksiyonların tamamen yok olmasına kadar giden bir süreç işlemeye başlar. Koca bir bedenin yıkılmasına götüren süreç bir yada iki hücrede başlamıştır. Sonra yayılmış büyümüş ve karşı konulamaz hale gelmiştir. İşte toplumsal hastalıklarda böyledir. Kötülük hasta bir hücreden, toplum ölçeğinde ise  hasta bir fertten başlar durdulamazsa yayılır sonra tüm toplumu tehdit eder.  
Allah’ın elçisi Muhammed Mustafa sallallahu aley ve sellem  toplumu denizin ortasında seyreden bir gemiye benzetmektedir. Gemi alt bölümden ve güverteden oluşmaktadır. Yolculardan kimi altta kimi ise üsttedir. Aynı gemide yolculuk eden bu insanlar aralarından bazı kişilerin gemiyi delmek gibi bir takım zararlı ve tehlikeli  davranışlarına engel olmayacak olurlarsa gemi tümden batacaktır. Batan bu gemi içindekilerin iyi ya da kötü olduklarına bakmadan hepsinin mezarı olacaktır. O zaman yapılması gereken toplumdaki akıllı tecrubeli zeki ve bilgili kişilerin toplumun önüne geçip onları iyilik doğruluk ve hidayet üzere yönlendirmeleridir. Rabbimiz muhteşem kelamı kuranda şöyle buyuruyor:
 ( وَلتكُن مِنكُم أُمّة يَدعُونَ إلى الخَيرِ ويَأمُرُونَ بِالمعرُوفِ وَيَنهونَ عَنِ المنكَرِ وأُولئك هُمُ المفلحِونَ )
“Aranızda iyiliği emreden kötülükten de sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte bu kişiler gerçekten felah bulanlardır.” [1]
Allah c.c ümmeti Muhammedi iyiği emretmeleri ve kötülükle mücadele etmeleri sebebiyle övmüş İsrail oğullarının ise sırf bü yüzden peygamberlerinin dilleriyle lanetlendiklerini bildirmiştir.
( كُنتُم خَيرَ أُمّةٍ أُخرِجَت لِلنَّاسِ تَأمرُونَ بِالمعرُوفِ وَتَنهونَ عَنِ المُنكَرِ وتُؤمِنونَ بِاللهِ )
“siz iyiliği emreden kötülükten ise sakındıran ve Allah’a gerektiği gibi inanan bir ümmetsiniz. ”[2]
 لُعِنَ الَّذينَ كَفَرُوا مِن بَني إسرائيلَ عَلى لِسَانِ دَاوُدَ وَعِيسَى ابنِ مَريَمَ ذَلِكَ بِما عَصَوا وَّكَانُوا يَعتدُونَ * كَانُوا لا يَتَناهَونَ عَن مُّنكَرٍ فَعلَوهُ لَبِئسَ مَا كَانُوا يَفعَلُونَ 
“Beni İsrail’den kafir olanlar davud ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanete uğramışlardır. Bu onların isyanları ve haddi aşmaları yüzündendir. Onlar yaptıkları bir kötülükten birbirlerini sakındırmazlardı. Bu yaptıkları ne kadar kötüdür.”
Kıymetli kardeşlerim! bu ayetin tefsiri bizzat Allah’ın elçisi tarafından yapılmış ve bizlere kadar naklolunmuştur. Allah rasulu bu ayetin bağlamında şöyle buyurmuştur: “İsrail oğulları bir takım haramlara düşerek isyan ve günaha daldıkları zaman aralarında bulunan hocaları bilginleri hemen onları bu yaptıklarından döndürmeye çalıştılar. Fakat onlar vazgeçmediler ve günahlarına ısrarla devam ettiler. Bu defa onları alıkoymaya çalışan bilgin ve iyi kişiler onlarla aralarına bir mesafe koymayarak beraber oturup kalkmayı ve onlarla yeyip içmeyi sürdürdüler. Allah da hepsinin kalplerini birbirine benzetti. Birbirlerinden ayırt edilemez oldular. İyi ve kötü isyanla sevap hata ile doğru birbirine karıştı. Günahları çirkin göremez oldular. Allah onları bundan dolayı peygamberleri Davut ve İsa’nın dilleriyle lanete uğrattı. İşte bu ayette anlatılan “isyan ve haddi aşmalarıdır.” Bu sözlerden sonra Allah’ın elçisi yaslandığı yerden doğruldu ve şunları söyledi: “ Allah’a yemin ediyorum ki siz de zalimin ve asinin elinden tutup onu hakka yönlendirmedikçe sorumluluktan kurtulamazsınız. Bunu yapmazsanız Allah tıpkı israiloğullarının kalplerini birbirlerine benzettiği gibi sizi de birbirinize benzetir de onları lanetlediği ve rahmetinden esirgediği gibi sizi de lanetler ve rahmetinden esirger.”   
Muhterem Müslümanlar! Dinimizin en çok üstünde durduğu konulardan biri de toplumsal sorumluluklarımızdır. Dinimiz bana dokunmayan bin yıl yaşasın felsefesini reddeder. Bununla beraber “bananecilik” adam sendecilik” felsefeleriyle “dünyayı sen mi düzelteceksin” türü azim kırıcı sözler dinimizde en çok kötülenen düşünce biçimleridir. Çünkü bir kötülük ortaya çıktığında eğer engellenmezse o kötülük orada kalmaz yayılır artık güç konulamaz bir hal alır. Çok canlara ve mallara mal olur. Onun için kötülükle mücadele etmek ona karşı koymak, iyiliği kötülük karşısında yükseltmek ve yüceltmek son derece mühimdir.
Allah’In elçisi s.a.v. şöyle buyuruyorlar: “İnsanlar bir zalimi gördüklerinde onun elinden tutup ona engel olmazlarsa Allahın o topluluğun tamamını içine alacak bir bela göndermesi kaçınılmaz olur.” Bu hadis rabbimizin şu ayetini çok güzel bir mahiyette açıklamaktadır: “(Ey iman edenler!) Öyle bir bela ve fitneden korkun ve dikkatli olun ki o bela ve fitne aranızdan sadece onu yapanları yakmaz. Toplumun tamamını kuşatır.” Onun için zalim bir şahsiyetin karşınına çıkıp hakkı açıkça söylemek cihadın en zirvesi sayılmıştır. Dinimizin yasakladığı en çirkin hasletlerden biri korkaklıktır. Çünkü gerçekten korkulmaya layık tek zat ve merci vardır. O da Allah celle celalühüdür.
Allah Teala şöyle buyurur: “İnsanlardan değil benden korkun! Sakın benim ayetlerimi ve dinimi beş paralık dünyalık servet mülk ve makamına değişmeyin!”
Muhterem Müslümanlar bir kötülük gördüğümüzde bu kötülüğü öncelikle gücümüzün oranına göre değiştirmeye ve onu yok etmeye çalışmalıyız. Eğer gücümüz yettiği halde kötülükle mücadele etmiyorsak dünya ve ahiret mesuliyetinden asla kurtulamayız. Allah’ın elçisi Muhammed Mustafa s.a.v. buyuruyor ki: “ Sizden biriniz bir kötülük gördüğü zaman onu eliyle değiştirsin eğer buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin buna da gücü yetmezse kalbiyle o kötülüğe öfke duysun. İşte bu son durum imanın en zayıf halidir.”
 Muhterem Müslümanlar eğer bir kötülük karşısında ya hiç kıpırdamıyorsak ne elimizle ne dilimizle ne de kalbimizle hiçbir tepki vermiyorsak ya da daha kötülük ve kötü olanın ne olduğunu bilemeyecek kadar dinimizden uzaklaşmışsak bizim halimiz ne olur?
Sözlerimi hz. Aişe annemizden rivayet edilen bir hadis ile tamamlamak istiyorum.
“Allah rasulu buyurdular ki bir memleket içerisinde amelleri peygamber ameli gibi olan 18 bin zahit ve dindar kişi olduğu halde cezaya ve azaba uğratıdılar! Ashabı kiram dediler ki ya rasulallah! Bu nasıl olabilir?
Allahın elçisi şöyle buyurdular: “onlar Allah için kimseye öfkelenmezler kimseye buğzetmezlerdi. Onlar iyiliği emretmez kötülükten de sakındırmazlardı.”





[1] Ali İmran 104
[2] Ali İmran 110

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder