27 Mart 2016 Pazar

İSLAM VE HAYAT
       İslam dini bir hayat nizamıdır. O sadece cumalarda, bayramlarda adet yerini bulsun kabilinden hatırlanacak, akabinde tekrar unutulmaya terk edilecek bir gelenek görenek değildir. Bizler bu dini atalarımızdan varis olduğumuz bir miras veya babalarımızdan dedelerimizden öyle görüp duyduğumuzdan uygulaya geldiğimiz bir töre, bir görenek olarak algılamamalıyız. Eğer biz dinimizi atadan babadan gelmiş bir miras gibi algılar ve ona verilmesi gereken gerçek değer ve konumunu vermezsek  bu din bizi hiçbir zaman abat etmez; kurtuluşa ulaştırmaz; dünya ve ahiret huzur ve mutluluğunu getirmez.
          Bizim bu dini atadan babadan kalmış, öyle ya da böyle sürdürülmesi gereken bir anane olarak algılamadığımızı göstermenin tek bir yolu vardır. O da mutlaka okuyarak, öğrenerek, bilerek, hakikati araştırarak, gerçekleri görerek dinimizi doğru bir bilgi ve bilinç ışığında hayata tatbik etmektir.
Bu günkü ve halihazırdaki İslam dininin görüntüsü bir kültür İslam’ı görüntüsünden kurtulamamaktadır. Yanlış inanışlar, sonradan ortaya atılan bidat ve hurafeler, peygamberi zişana iftira edilerek ortaya atılan mevzu hadisler ve bunlara dayalı meydana getirilen sistemler, kurumlar ve oluşumlar maalesef İslam’ın o temiz ve parlak vechesini perdelemiş ve onu asla tanınmayacak bir vaziyete koymuştur. Hatta bu durum  öyle bir vaziyet almıştır ki bugün bir bilgin insanlara “Bu inanıp  yaptıklarınız tam bir şirktir! Yahut şunlar şunlar birer hurafedir!” Diyecek olsa bunun karşısında insanlar geçmişe saygı, atalara hürmet saikleriyle bu bilginin dinlerine saldırıp saygısızlık ettiğini söyleyebilecek durumdadırlar.
           Dinimizi kitabımızı ve peygamberimizi tanımaya çalışmadan yapılan “İslamlık” iddiası yahut doğru bir bilgi ve bilinç olmadan ortada gezen “Müslümanlık” davası sade bir kuru laf olmaktan öte bir anlam taşımaz. Bu böyle olduğu içindir ki yüzyıllardır Müslümanlar fakirlik, yoksulluk, perişanlık, sefalet ve şaşkınlık içerisinde bocalayıp durmaktalar. Bunun içindir ki Müslümanların ekseriyeti bugün bile savaş ve sömürü kurbanlarıdır. Yoksulluk ve sıkıntı adeta alınlarına vurulmuş damga misali onlardan ayrılamamaktadır.
         İslam dini bir ilim ve hayat dinidir. Bu din, mensuplarından öncelikle kendisini tanıyıp bilmelerini ister. Bu din okuma öğrenme anlama ve yaşama dinidir. Bu dinin kitabının okunacağı araştırılacağı öğrenilip yaşanacağı asıl yerler bil umum (tamamıyla) hayatın olduğu her yerdir. Allah’ın kitabı Kuranı Kerim’i cami ve mescitlere hapsederek hatta oralarda bile rahat bırakmayarak onu hayatın gerçekten birebir yaşandığı alanlardan uzaklaştırmak ancak çağdaş bir putperestlik  ya da modern bir firavunluktan başka bir şey değildir.
Unutmamalıyız ki Allah’ın dininde putların ya da putlaştırılanların; firavunların ya da firavunlaştırılanların, Allah’ın kanunlarına dur diyen Nemrutların, servetini bunların hizmetine sunan Karun’ların, idare gücünü bunların emrine amade kılan Haman’ların, dini bilgisiyle onların yelkenlerini şişiren Belam’ların ve kâhinlerin, hurafeleriyle halkı oyalayan falcıların ve büyücülerin, sihirleriyle halkın gözlerini boyayan sihirbazların ve bütün bunların konum itibarıyla bugünkü benzerlerinin bu dinle bir alakaları yoktur.
Eğer dinimizin içinde bocalayıp durduğumuz sıkıntılardan bizi kurtarabilecek potansiyelini hissedebiliyorsak dinimizin eğitimini alıp tahsilini yapmak ve hak dini insanımıza ulaştırmak için ayağa kalkmalıyız. Tembellik uyuşukluk atalet ve şaşkınlığımıza son vermeli; başta ailemiz, eşimiz ve çocuklarımızla birlikte Allah’ın ayetlerini tanımak ve anlamak; rasul Muhammed Mustafa’nın mücadelesini ve ahlakını alıp yaşamak için harekete geçmeliyiz.
 “Erkek olsun kadın olsun her kim Allah’a ve ahiret gününe inanarak iyi ve yararlı işler yaparsa onlara hem bu dünyada hem de ahirette güzel ve hoş bir hayat yaşatacağız ve onları yaptıkları en güzel iş neyse ona göre ödüllendireceğiz.”  (Nahl, 97)






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder